28 Şubat 2009 Cumartesi

Yıkılamayan Kalıplar

“Abi, herşeyi olduğu gibi kabullenmeyin. Dogmatik bilgi diye birşey yoktur, sorgulamanız lazım, kafa yorup gerçek hakikata ulaşmayı en azından denemeniz lazım. Sonra ne farkınız kalır habire küfür ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin %47’lik kesminden, sırf başka partiye oy verdiniz diye kendinizi üstün mü görüyorsunuz, onlar da yobaz siz de” dedim. İlk defa birşey anlatırken kendimden bu kadar emindim. Mitingteki parti lideri, okuldaki müdür, kadın programındaki teyze gibi hedefe kilitlenmiş önüme çıkan herşeyi bir çığ gibi eziyordum.

Masadaki kimse sesini çıkartmıyordu, aslında hiçbiri benimle aynı fikirde değildi ama o kadar dominanttım ki kimsenin götü yemiyordu itiraz etmeye. Bu sessizlik beni sıkmaya başlamıştı artık, beşinci vitesteyken durmak yakışmadı bana “Sizleri de suçlayamıyorum ki, çocukluğunuzdan beri beyniniz yıkanmış. Artık benimsediğiniz gerçekleri yadırgamak zor bir süreç, ama bir yerden sonra gözlerinizi açmanız gerek, bugüne kadar öğrendiğiniz herşeyin kocaman bir yalan olduğunu, ailenizin, öğretmenlerinizin, dostlarınızın size yalan söylediğini doğru bildiğiniz herşeyin yanlış olduğunu kabullenmelisiniz beyler”

O tahta gıcırdamasıyla eşdeğer gıcıklıktaki sessizlik bütün gürültüsüyle devam ediyordu. Duvardaki yankımla konuşuyordum resmen, kimsenin olumlu ya da olumsuz bir tepkisi yoktu. Bir noktadan sonra “Haydi arkadaşlar, birşey desenize” demek zorunda kaldım. Bu kadar efsanevi sözler ederken birilerinin öyle ya da böyle birşeyler eklemesi gerekiyordu. Kamil “Sana katılmıyorum” dedi, “Bırak da heteroseksüeller konuşsun” diyerek zaten bir boka benzemeyeceği dünden belli konuşmasını başlamadan bitirdim.

Kamil’in bu serzenişi diğerlerini cesaretlendirmişti, o bile bana katılmadığını söyleyebildiyse el ele verip benim teorimi çökertebileceklerini düşünmeye başlamışlardı. İsmail “Kardeşim sen değil misin ben bu halkın sesiyim diyen, o zaman neden herkesin kabullendiği birşeyi yadırgamamızı talep ediyorsun” dedi. Ardından Koray sazı eline aldı “Baba dogmatik bilgi yoktur diyorsun da yukarıda Allah var, onun varlığını inkar edemezsin ki, sonuçta o bize görünmese de Peygamber yollamış, kitap indirmiş, sen şimdi ben ateistim mi demek istiyorsun bu çıkışınla”. Peşinden Oğuz “Abi bazı şeyler hakkında bu kadar düşünmemen lazım, kafayı yersin”.

Yanlış insanlarla arkadaşlık ediyordum, herbiri dar vizyonlu, sığ, boşuna oksijen tüketen mahlukatlardı. Dost diye bağrıma bastıklarımın hepsi gerçekten korkan, “Aman hacı ben mi değiştireceğim dünyayı” diyecek kadar kolpa çıkmıştı, ama yine kısık da olsa bir ışık görüyordum onlarda. Sonuçta bunlar seçilmiş kişilerdi, onlar anlamazsa kimse anlayamazdı beni.

“Beyler, demagoji yapıyorsunuz. Şimdi İsmail sana göre ben halktan kopuk biriyim yani, entelim ben eziyorum insanları bu mu demek istediğin; ben halk aydınlansın, artık karanlık cehalet kalmasın diye debeleniyorum burada. Peki sen Koray, şurada sosyolojik bir çözümlemede bulunuyorum sen bana Allah’dan bahsediyorsun. Abi bak O’nun adını ağzıma alırken bile dudaklarım titriyor, herşeyi yaratandan bahsediyoruz, elbette O’nun varlığını inkar etmiyorum, sadece O’nun yarattıklarının bize yalan söylediğini, hepimizi kandırdığını anlatmaya çalışıyorum. Ve sen Oğuz, ben senin gibi alemci birisi değilim. Sen Taksim’de ortamlara akarken ben kitap okuyor, herşeye saatlerce kafa yoruyorum, o yüzden sakın bana “Abi akşam Pi’ye gidelim kızlar da gelecek” deme.”

Korkuyorlardı, konuyu saptırmalarının tek nedeni buydu. Bugüne kadar yaşadıklarının yalan olmasından, gerçeği kabullendikten sonra diğer cahiller tarafından dışlanacaklarından korkuyorlardı. Dünyayı değiştirebilecek cesaret yoktu hiçbirinde.

“Benim hedefim büyük arkadaşlar! Belki size göre saçmalıyorum, hatta kamuoyu bu düşüncelerimi küçük görebilir, onlarla alay edebilir, hatta bütün dünyanın taşşak geçeceği bir adam bile olabilirim, ama Tanrı şahidim olsun bu nesil değil belki ama çocuklarınız bana teşekkür edecek.”

Kare masadaki arkadaşlarımın hepsi bana korku dolu gözlerle bakıyordu, büyük ihtimalle keçileri kaçırdığımı, fazla kafa yormanın beyinciğimde kısa devreye sebebiyet verdiğini düşünüyorlardı. Kamil’in sivilce dolu yanakları parlıyordu. Evet, ayın yüzeyinden bile daha pürüzlü, hayatımda gördüğüm en iğrenç et tabakalarında bile bir ışık hüzmesi vardı, bunun tek bir açıklaması olabilirdi, Kamil ağlıyordu.

Ani bir hareketle Kamil’in omuzlarından tutup duvara yapıştırdım “Neden korkuyorsun ha söyle, hayatım boyunca ezdim seni, elime geçen her fırsatta alay ettim seninle. Biliyorum içten içe kıl oluyorsun ama Kamil ben bugüne kadar sana hiç yalan söylemedim, tamam belki herkese bilgisayarında gay pornosu bulduğumu söylemem bir iftiraydı ama gençliğime ver bunu, bembeyaz bir yalandı bu insanları eğlendirmek için. Gözlerimin içine bak Kamil, gerçeği kabullenecek kadar erkek misin, yoksa yıllardır geçtiğim dalgaların hepsi doğru muydu, ibne misin sen?”

Kamil ağlamanın bir üst seviyesi olan hönkürmeye başladı, hayatımda ilk defa tanıdığım birini bu kadar üzgün görüyordum. Dizlerinin üstüne çöktü, kafasını bacaklarının arasında koymuş hıçkırıyordu. Kontrolden çıkmıştım artık, ortamın yaşça en büyüğü Koray beni uzaklaştırdı Kamil’den. Devrim uğruna kaç yıllık arkadaşım Kamil’i ne hale getirmiştim, ama bu bir bahane olamazdı. Eğer birşeyler değişecekse daha çok gözyaşı hatta kan akacaktı.

En zayıf halkaydı Kamil, onun bu acınası hali vicdanı olan bütün canlıların yüreğini burkacak bir manzaraydı, insanlığımdan şüphe duyan masadakilerin benim diktatörlüğüme dayanacak bir damla sabrı kalmamıştı. İlk hançeri İsmail soktu “Abi ben onu bunu bilmem, kaybettin”. İsmail’in bu hamlesi odada bir uğultuya sebebiyet vermişti, hatta bu başkaldırı Kamil’e bile güç verip ayaklandırmıştı. Yardakçılarım isyan ediyordu bana, hepsi birer Brütüs, birer Hüsamettin Özkan’dı artık.

“Beyler beni dinleyin, iddiayı kaybeden çöpü atacaktı, ama ben kaybetmedim, o yüzden kusura bakmayın, çöp möp atamam bu soğukta” dedim. Hep bir ağızdan çığlıklar yükseliyordu, Tribün Ateşi’nde Adnan Aybaba saçmaladıktan sonra Hayri Hiçler nasıl cinnet geçiriyorsa, dostlarım da öyle itiraz etmeye başladılar. Oğuz “Bu yaptığın hileciliktir abi, oyunun kuralları açık kaybettin işte”, Koray “Sözünde durmamak sana yakışmaz” hatta Kamil bile birşeyler demişti ama az önce hönkürdüğü için sesi titriyordu, ne dediğini seçemedim.

“Akıl var mantık var, taş makası kırararak makas ise kağıdı keserek etkisiz hale getirir. Ama kağıt taşı sardığında o taşa ne etkisi nedir? O taş yine makası kıramaz mı, denize belirli hız ve açıyla attığın zaman sekmez mi, mahalle arasında kale direği olarak kullanılmaz mı, taşı bırak kağıt istersen alimünyum folyo ile sar o taş her yerde taştır.” dedim. “Abi sana göre taşın bir hile bir God Mode olması gerekiyor, oyunun mantığına aykırı bu.”diye itiraz etti Oğuz, “Bu oyuna girerken taşın kağıda kaybettiğini biliyordun, insanoğlu tarihin başından beri bu oyunu kağıdın taşı sarıp elemesiyle oynuyor” diye sıkıştırdı beni Koray. Dört bir yanım da sarılmıştı:

“Abi zaten son cümlenle benim haklı olduğumu kabul ediyorsun sen de. Bak tarihi devirlere Taş Devri var hem de iki tane, nerede Kağıt Devri, haydi gösterin bana Makas Devri’ni, gösteremezsiniz. Kapitalizmin kirlettiği dünyamızda, materyalizmin ırzına geçtiği insanlar bu iki canavar yokken mis gibi yaşıyorlarmış. En iyi dostları taşmış işte;buna ne diyeceksiniz peki? Kaybedilen masumiyettir taş, insanlığın kurtuluşudur!”

Karaya vurmuş bir balığın çırpınışları kadar etkisizdi son sözlerim, kabullenmeliydim artık benim dostlarım Melih Gökçek’i hala belediye başkanı seçecek Ankara halkı gibi gerizekalı değildi. “Taş-Kağıt-Makas”ta kaybetmiştim, sabaha kadar demagoji yapsam bile bu gerçeği değiştirmem mümkün değildi. Daha önce de yenilmiştim ama ilk defa bu kadar itiraz ettim, hatta insanlık tarihindeki en kapsamlı Taş-Kağıt-Makas sorgulamasını yaptım, neden mi? Çünkü Kamil’di bu sefer beni yenen.

6 yorum:

Love dedi ki...

tas kagit makas, dunyanin en sacma oyunudur.

S dedi ki...

kamile de yazik ayrica. varma bu kadar ustune

Fatih Çarşılı dedi ki...

bengisu abi yine ciddi ciddi başlayıp boka sardığın yazılardan birisi.Tebrik ediyorum..

Onur dedi ki...

sarıkaya style!

josemarcelosalas dedi ki...

Roman tadı aldım, gayet iyiydi. Anlık duygular iyi aktarılmış, devam ettirilebilitesi yüksek bir yazı. Tebrikler kardeşim (:

Unknown dedi ki...

Sonuna doğru konular birbirinden kopuyor, başlangıç ilgi çekici...