10 Haziran 2008 Salı

Veda Denemesi

İlk defa bir yazımı sildim,bir sayfayı biracık aşmıştı.Olmadı,boktandı,zorlamaydı.Uzun aradan sonra parmaklarımdan site için dökülen yegane kelimelerdi ama yeterli değillerdi,Maksat İçimde Kalmasın’da yer alacak kaliteye sahip değillerdi.

Üstelik son yazımı da taaaa 25 Nisan’da eklemiştim siteye.O günden beri yazmadım desem yalan olur,ama sitelik şeyler değil,birazcık daha kişisel serzenişlerimdi,hadi onları da dün ekledim siteye kıymetimi bilin.

Çok daha kişisel serzenişlerim de oldu maalesef hiçbir zaman onları okuyamayacaksınız,fazla birşey kaçırdığınızı söyleyemem gerçi.

Haliyle parmaklarım birazcık pas tuttu tabi,bir de bunun üstüne üç ayı geçik bir süre çevrimdışı olacağım göz önüne alınırsa,yazdığım en zor yazı bu…

Evet sevgili okurlar,bu yaz aranızda olamayacağım,bok varmış gibi arkadaşların gazına gelip Work and Travel’e katıldım.

“Bu Work and Travel,Head and Shoulders gibi birşey mi” diye soranlarınız olabilir.Zira ben de ne sikime derman olduğunu arkadaşlar anlatana kadar bilmiyordum.Böyle ilk bakınca insanda “Çalış,gez ama leş gibi kokma herkesi büyüle” sloganlı bir deodorant etkisi uyandırıyor,hani böyle kaslı maslı adamların,gayet seksi hanfendilerin üstsüz iken ateşlere falan atladığı ama koltukaltlarının ter kokmadığı tanıtımlar, ama çalışma ve gezmenin yanında köpek gibi terleme de var bu programda.

Özetlemek gerekirse Work and Travel yabancı öğrencilerin bir yazı Amerika’da kendi başlarına çalıştığı hem İngilizcelerini geliştirdikleri hem de eğlenceli dakikalar geçirdikleri bir hadise.

Bu demek oluyor ki ailenizin yazarı,hiçbir zaman büyümek istemeyen ama 189 boyuylu bu konuda pek de başarılı bir imaj yaratamamış ben,Bengisu Türkan, bu yazı gurbet ellerde geçirecek.

En çok neyi özleyeceğim biliyor musunuz?

Siz sevgili okurları…

…değil elbette,siz ikinci sıradısınız benim için kusura bakmayın.Zaten hiç yorum attığınız da yok,son üç yazıya gelen yorumlarım hepsi tanımadığım iki yazardan –ki kendilerine çok teşekkür ediyorum,onlar da emekçi tabi emeğe saygıda kusur etmiyorlar-.Beni yıllardır tanıyanlar,bilgisayarı bozuldu mu ilk beni arayanlar,neredesiniz lan dallamalar!

Hiç kimsenin umrumda değilim diyemem tabi,devamlı pardon düzenli okurlarım var.MSN üzerinden geliyor yorumları,”Yazını okudum”dan sonra “Nasıl,beğendi mi?” diye soruyorum ve gelen cevap yüzde seksen “ii” oluyor.Eğer şanslı günümdeysem ortaya “y” harfini koyanlar da oluyor.Yatmadan önce şükrediyorum Allah’a,bana bol “Y”ler nasip eyle diyorum.

“Yeeeeeeaaaaaahh” değil sadece “Y”.

Ama farketmez,şu yazdıklarımın okunduğunu bilmek,insanlarda olumlu-olumsuz,az-çok etki bıraktığını hissetmek bile beni çok mutlu yapıyor.Hele ki e-posta kutuma “Bilmemne şu yazınız hakkında yorum yaptı,arkandan da böylemişsin –el ile O şekli yaparaktan- dedi kahvede” yazan birşey geldi mi ooooooohhh ne ala!Sonraki ilk işim de kahveye gidip o “O”nun içini doldurmak olur,bilmem anlatabildim mi.

Her zamanki gibi gereksiz bir –daha doğrusu birkaç- beyin fırtınasıyla konudan uzaklaştım,fil hafızasına sahip okurlar –evet var,ama ifşa etmeyeceğim buradan- yaklaşık 2 saat önce en çok neyi özleyeceğimi söylediğimi hatırlar.Evet işte büyük an geldi:

ATİKER’in sunduğu Maksat İçimde Kalmasın reklamlardan sonra devam edecek

“İşte karşınızda Milli takım oyuncuları,Servet Çetin,Arda Turan,Mehmet Aurelio ve Volkan Demirel.Söyleyin çocuklar,yapmayı en çok istediğiniz şey ne?

Milli Takım Oyuncuları:ÇOCUUUUUUUUUUUKKK!
Reklamlardaki karizma ses –mütamadiyen Haluk Bilginer-:Peki karılarınız ne diyor?
Volkan Demirel:Ne karısı abi ehuehuehuehueh
Arda Turan:Benim liseli kız arkadaşım var,taş gibi
Servet Çetin:………(birşeyler mırıldanır ama kimse anlam veremez dediklerine)
Mehmet Aurelio: Há milhares de patos viveu em torno de um lago. Estes diferentes concursos organizados patos e competiu suavemente e eles adjudicados os que chegaram primeiro.
Haluk Bilginer:Yani hiçbiriniz evli değilsiniz.İşte tam size göre bir çözümüm var.
Milli Takım Oyuncuları:NEDİİİİİİİR?
Haluk Bilginer:Okey’in yeni ürünü,adı “Delikli”.Bunun sayesinde hem kız arkadaşınızla “Birşey olmaz korunuyoruz” diyerek ilişkiye girebilir,hamile kalınca da “Yüzde doksandokuz nokta dokuz koruma öneriyordu şansına küs” diyerek çocuk sahibi olabilirsiniz.
Nuri Alço:Ben boşuna uğraşmışım desenize!
Milli Takım Oyuncuları ve Haluk Bilginer:Hahahahahahahaha (Hepsi birbirine sarılır,arkadan taraftarlar gelir, bağıra çağıra”Oğlan bizim kız bizim” söylenir,omuzlarda zıplar oyuncular -bunların büyük bölümü yavaş çekimde olur-)

ATİKER’in sunduğu Maksat İçimde Kalmasın devam ediyor…

Milattan önce 289 yılında bir cümle kurmuştum.O zamanlar kağıt kalem yok tabi,taşın üstüne kazıdım,bir de kendi bulduğum bir dil vardı,ibnelik olsun diye kimseye öğretmedim,deliriyordu millet “Bu piç anamıza küfrediyor olmasın” diye geceleri gözlerine uyku girmiyordu,güzel günlerdi.

Geçenlerde İsviçreli bir arkeolog o tableti buldu,deli sikmiş gibi inat etti çevireceğim diye,nasıl olduysa da çevirisini yaptı: “En çok neyi özleyeceğim biliyor musunuz?” yazıyordu üstünde.

Evet sevgili okurlar,en sonunda söylüyorum,en çok özleyeceğim şey,dillerin en güzeli biricik Türkçe’miz.

Her çekimiyle,her ses olayıyla,lastik gibi genişlemesiyle,ikide bir yanlış yerlere çekilmesiyle Dünya’daki en zengin dil bizimki sevgili okurlar.Çok seviyorum anasını satayım,yolların ustasıyım gramerinin hastasıyım.

Şimdi ben elin Amerikasında kime “Sen benim devamlı arkadaşımsın” diyeceğim?Herife “You’re my continuous friend” desem teşekkür eder,nerede bunun eğlencesi?

Hangi barda “Damsız Girilmez” tabelasının ilk harfini kapatıp çocukça kahkahalar atacağım?

Ya da Nuri Alço cep telefonu melodim çaldığında kimler gülecek?Ismarlayacak gazoz bile olmayacak orada,Sprite’a hap atacağım.

Belki zenci gördüm mü “Aaaaa asfalt gibi adam lan” diye zaman geçirebilirim ama nereye kadar sevgili okurlar.

Dile kolay koskocaman üç ay,gelir gelmez de okul açılacak,uzak kalacağım hem yarim Türkçemden hem de sevgilimle dansederken ,yanlış anlaşılmasın Türkçeyle dansediyorum diğer dans davetlerine açığım -bayanlardan elbette-, bizi dikizleyen siz okurlarımdan.

Başlığı atarken “deneme”yi yazı türü babında kullanmıştım ama görüyorum ki bu başarısız bir veda denemesinden başka birşey olamadı.Siz sevgili okurlarıma “Vay anasını be amına koymuş ortalığın” dedirtmek isterdim son yazımda,fakat beceremedim,son güne bırakınca da pek bir sikime benzemedi Veda Denemem.

Fakat 22 Eylül’e kadar içimde çok şey kalacak.Çünkü anlatacağım kimse ,tamam çok dramatik oldu, az kişi olacak.Ama yazamayacağım da işin boktan tarafı.

Makineli tüfek gibi konuşan,her cümle sonunda noktalı tükürük atan,R’leri söyleyemeyen,karizması yerlerde sürünen,cızırtılı radyo kanalı gibi sesi çıkan,mimik yapayım derken ağlıyor mu gülüyor mu belli olmayan,kısaca “ben”im can simidim A4 kağıdı.Ama onunla yapabileceğim tek şey önümüzdeki yaz uçaktan ibaret,üstü hep boş kalacak kafamdakilerin aksine…

Kendinize iyi bakın sevgili okurlar,sitede mevcut olan yazılarımı da sık sık okuyun,gelince sözlü yapacağım.İşte size çalışmanız için birkaç örnek:

Metin Çalışmaları:
1)Yazar neden bu yazısını en zor olarak nitelendiriyor?
2)Sizce yazarın psikolojik tedaviye ihtiyacı var mı?Açıklayınız –yani evet ya da hayır yazarak yırtamazsınız,çocukluğuma inmeniz gerek-
3)”Work and Travel” ne demektir?
4)Milli takım oyuncuları neden her reklamda oynar?
5)Yazara göre “devamlı arkadaş sahibi olmak” önemli birşey midir?
6)Yazı hakkında hissettiklerinizi siteye yorum olarak atınız.

9 Haziran 2008 Pazartesi

Halk Otobüsü Şiiri

İstanbul'da yaşamayanlar için yararlı bilgi:İstanbul'da iki çeşit otobüs var.Birincisi Belediye Otobüsleri,devletin kadrolu şoförlerinin gayet güzelce kullandığı,son derece memnun olduğum ulaşım araçlarıdır bunlar,insanı asla yarı yolda bırakmazlar.Diğeri ise Halk Otobüsleri,işte yok mu o ibneler,beynime kan fışkırtıyorlar her defasında.

Halk Otobüsüler'nin temel mantığı şu,serbest girişimciler belirli bir para karşılığında Belediye Otobüsü satın alıyorlar,işlevleri tamamen aynı,rotaları da aynı.Fakat burada devletin kadrolu elemanı yerine serbest çalışan olduğu için zamanında kalkmıyorlar hiçbir zaman,bazen hiç kalkmadıkları da oluyor.Zaten yarım saatte bir geçen otobüse biniyorum bir de bu orospu evlatları siklerinin keyfine gelmeyince bir saat bekliyorum otobüs durağında.

Bu daha başlangıç,asıl cefa otobüse binince başlıyor.İnsanları durakta beklettikleri için daha ikinci duruşunda tüm koltuklar doluyor.Yolun yarısındayken camdan fışkırmaya başlıyor yolcular ve hala yolcu almaya devam ediyor bu amınoğulları.Bir keresinde kapının açılmadığı olduğu sevgili okurlar,o derece kalabalık içerisi -otobüslerde kapılar içeri doğru açılır "Basamakta Durmayın Otomatik Kapı Çarpar" bir efsane değil gerçektir- hala "Arkaya doğru ilerleyelim" diyor utanmadan yarrak kafası.

Belediye Otobüsü'nün kırkbeş dakikada gittiği yolu en az yetmişbeş dakikada gidiyor bu egzosuna soktumunun yavşakları!

İşte bu vahim hususlardır bana aşağıdaki şiiri yazdıran:

Her defasında geç gelirsin
Kalkış vaktini siklemezsin
Sen saat nedir bilmez misin?
Akrebini,yelkovanını sikeyim

Tıngıl mıngıl yolda gidersin
Tek şeritli yolda trafiği felç edersin
Sanki keyif için otobüs sürersin
Sen ne arlanmaz bir piçsin

13 yaşındaki ufacık çocuktan
Tam ücret talep edersin
“Pason nerede genç” dersin
Kazanacağın üç-beş kuruş götüne girsin

Bir de utanmadan kendine “Halk otobüsü” demişsin
Halk için bu güne kadar yararlı ne yaptın ha it
Belediye otobüsleri sana kıyasla Ferrari gibi
Sabah sabah bana küfrettirdin,mutlu oldun mu ha göt herif

İstanbul'da Yaz Dolusu

8 Haziran 2008.Her zamanki gibi günlük yürüyüşümü yapıyordum.Normalde akşamları çıkardım bu gezintilere,yaklaşık bir saattir süresi.Hep aynı rotadayımdır Kavacık-Anadolu Hisarı arası çalışırım.

Bu sefer öğleyin yürüyeyim dedim,ne bileyim içime doğdu öyle.Oniki gibi çıktım evden,güneş ışığından eser yoktu.Herşey gipgriydi,tam eve dönerken gökyüzünde birşey farkettim,Appiah kadar karaydı,bulut değil de kömür dumanıyla dolmuş gibiydi yukarısı,yaklaşık iki dakika gözyüzünü izledim,sonra evimin yolunu tuttum.

Eve kendimi atar atmaz rüzgar başladı,ama ne rüzgar!Kesin yağmur yağacak dedim açtım hafif bir müzik -Mordecai-,yağmurun rahatlatıcı sesi eşliğinde keyif yapacaktım güya.

Mordecai'yi bilen yoktur aranızda.Between The Buried And Me'nin en güzel eserlerinden biridir.İlk iki dakika kulak zarımızın ırzına geçen grup geri kalan üç dakika "Pardon abi,kusura bakma telafi edeceğim bak" diyerek en tatlı ninniyi fısılar dinleyenlere,özür diler örs,çekiç,üzengi kemiklerinden.

Tabi yağmur yağacağını düşünen ben şarkıyı direkt 3. dakikasından başlatmıştım,ama yanılmışım...

Başımıza taş yağmaya başladı!

"Tak tuk tak tuk" bu ne şiddet ne celal!Olamaz böyle birşey,sanki üst kattan milyonlarca insan buzluklarını boşaltıyor,misket kadar dolu taneleri -tanecik demeye dilim varmıyor- dövüyor yeryüzünü.Ben hayatımda böylesine gürültülü bir yağış daha duymadım sevgili okurlar.

Sonra kendini yağmura bıraktı doğanın cinneti,aaaahhh yağmur sanki tüm gezegen gusül abdesti almış gibi rahatlar sen geldiğinde,tüm cenabetliğimiz atılır üzerimizden.

İşte bu görkemli doğa olayından sonra gönül telleri titreşen biri olarak,kaptım fotograf makinemi o anı ölümsüzleştirdim. Umarım hoşunuza gider



NOT:Çalan şarkı Between The Buried And Me'nin Selkies: The Endless Obsession isimli eseridir,Mordecai başka,onu da dinleyin.