14 Şubat 2008 Perşembe

Diğer 364 Gün Benim

Uzun bir aradan sonra,yeniden karşınızdayım MİKsever dostlarım.Zonguldak’ta başlayıp Denizli’de devam eden ve herşeyin başladığı ya da bittiği yer olan İstanbul’da sonlanan bir gezintinin ardından elbette anlatacak çok şeyim var.Fakat gündemi takip etmemek olmaz,bugünün anlamsızlığı ve önemsizliği şerefine,bir 14 Şubat yazısı yazmaya karar verdim.

Sokağa çıkıyorum,mağaza vitrinlerinde “14 Şubat’ı Unutmayın!” yazıları,dergilerde tam sayfa reklamlar,gazetelerin pazar eklerinde hediye tavsiyeleri,ana haber bültenlerinin son on dakikasında 14 Şubat dosyaları…

Merakla bekleyen sevilenler,son iki haftadır kara kara ne alsam diye düşünen sevenler,ne uğruna peki bunlar?Çapkın bir rahibi anmaktan başka bir sikim yaptığı yok bu sevgililerin.

14 Şubat’ta hediye alınır,peki neden bu “hediye” bir miktar para değildir de bir miktar para karşılığında alınmış karşıdakinin ne olduğunu eline geçene kadar öğrenemediği bir üründür?Sürpriz unsuru için sevgili okurlarım.Karşıdakini şaşırtma,meraklandırma ve en sonunda mutlu etme.

Peki 14 Şubat gibi hediye verileceği kesin bir günde sürpriz yapmak yerine hiç beklenmeyen bir günde verilse o hediye,sevilen kişi daha mutlu olmaz mı,daha da şaşırmaz mı,size daha da bağlanmaz mı?

“Kültür Küreselleşmesi” etkisi altında olduğu için dünya nüfusunun çoğu,cevabım hayır olacak maalesef.14 Şubat’ta sevgilisinden hediye almayan bir kız ya da bu tarihte abazalığını muhafaza bir erkek dipsiz keder okyanusunda,kafasında çok ufak bir “Belki yunusun biri gelip beni kurtarır” umuduyla bekleyen –ki en çok acıyı veren de bu gerçekleşme olasılığı binde bir olmasına rağmen insanın kafasından bir türlü çıkmayan umutcuktur- çırpınmayı bırakmış,boğulmak isteyen fakat suyun kaldırma kuvvetinden dolayı amacına ulaşamayan bir zavallıya dönüşüyor.

Balzac’dan fazlaca etkilendiğimi gösteren bu tasvirler tamlamasından sonra mevzuya biraz daha derinden dalacağım.14 Şubat’ın etkilerini anlatabilmek için konuyu iki bölüme ayırmak en iyisi.

1)Hediye Sorunsalı:
Bir çift düşünün,3 aydan daha uzun süredir birlikteler.İster 4 ay olsun ister 4 yıl,o 3 ay barajı geçildikten sonra balayı sona ermiş demektir.Birbirlerine deliler gibi aşık olan iki genç,bu süre zarfından sonra iki devlet memuru gibi ilerletirler ilişkilerini.Ve 14 Şubat günü hediyeleşme gerçekleşir.Erkek biraz dişini sıkar,para biriktirir,hediyelik eşya dükkanına gider,sevgilisinin hoşuna gideceğini düşündüğü bir ürün alır.Mesela üstünde “I Love You” yazan kocaman bir peluş ayı.

Sevgili okurlar,normal oyuncak ayıdan 3-4 kat daha iri olan ve göğsünde kalp motifi bulunan bir obje,bence hediye değil hakarettir.Bilinçaltından verilmiş bir “Sıkıldım senden,formalite icabı aldım hediyeyi” mesajıdır aslında.Birlikte geçirilen o üç ay uğruna,yaşanan o doyumsuz,dünyalara değişilmeyecek tecrübeler hatrına verilmiştir.Peki değişen nedir?

Size söyleyeyim,hediyelik eşya dükkanı sahibinin götü.Yaptığı yüksek hasılat sonunda kendini yemeye içmeye verecek ve büyük ihtimalle evinin tuvaleti hariç başka hiçbir yerde büyük abdestini yapamayan biri olduğu için sıçamayacaktır bulunduğu eğlence mekanlarında.Akabinde bu iki etken kaçınılmaz olarak göt çapında hatırı sayılır bir büyümeye vesile olacaktır.

Ya sevgililer?Artık ilişkileri nereye doğru gidiyorsa o yolda devam edecekler.En fazla 2 gün sürer sevgililer günü gazı.

Ve hepimiz bu oyuna geliyoruz.Tamamen medyanın yarattığı saçma sapan bir gelenek uğruna aşklarımız sömürülüyor,belki bir öpücük için yeterli bonus biriktiririm diye abanıyoruz kredi kartlarımıza,sevgimizi YTL kurundan bozdurmaya çalışıyoruz.

Tamamen kendi eserin olan,üzerinde haftalarca kafa yorduğun bir hediye versen,tüm bu sevimsizlik,ikiyüzlülük yok olacak belki de fakat hayır,bir dakikanın bile en azından bir milyon dolar ettiğinin farkında değil çoğumuz.

”Ben sevgilimi 3 haftalık değil 30 liralık seviyorum”,”Üstelik sadece hediye vermemenin ayıp olacağı bir günde ona süpriz yapıyorum”.

Üstteki paragrafı okuyan herkes “Ben böyle değilim” diyecektir,adım gibi eminim.Bizi kandırabilirsiniz,sevgilinizi de,ama kendinizi asla!

Aslına bakarsanız,14 Şubat insanoğluna tamamen zarar bir gün değil.Bir de şu açıdan bakalım olaya:
Sen sevgilini 3 haftalık bir hediyeye layık görsen bile –ki bu ona delicisine aşıksın demektir- o sana karşı 30 liralık duygular besliyorsa –ki bu da birkaç saliseye tekabül eder- yalnış yoldasın demektir arkadaşım.14 Şubat senin için eşi bulunmaz bir fırsattır,gözlerini kör eden aşkı tüm çıplaklığıyla görmen için sunulmuş bu ikramı reddersen,er ya da geç siki tutarsın.Çünkü gün gelir birisi senin aşkına 40 liralık hediye alır,yersin tekmeyi;günlerin,ayların,yılların boşa gider…Ondan sonra en yakın arkadaşının yanında,bir elinde bira,diğerinde sigara “Boşuna dememişler abi;seversen sikilirsin,sikersen sevilirsin”,eğer XX kromozon sahibiysen yine en yakın arkadaşınla fakat bu sefer bir elinde cep telefonu diğer elin dostunun kolunda “Benim suçum hep,insanlara hakkettiklerinden fazla değer veriyorum”.

Sonra kimse gelip bana aşkmış,meşkmiş,sevgiymiş demesin.Bu kutsal,bu saf duyguların içine eden,yalnızları daha da abazalaştıran,sevgilileri daha da uzaklaştıran bu oyunlar yüzündendir ki,bu kadar aşk acısı çekiyor insanoğlu,hem aşk yaşayanı hem de aşkı arayanı.

Farkına varmadan ikinci bölüme giriş yapmışım.

2)Abazalık Sendromu:
“14 Şubat’ta yine el sikiyoruz be abi” ya da dişi versiyonu “14 Şubat’a yapayalnızım girmek de mi vardı kaderimde”.İki cümle arasında bırakın yediyi bir tane bile fark bulamıyorum.

Allah aşkına,doğum günlerini anlarım,bunlar bir insan için özel günlerdir fakat 14 Şubat gibi sıradan bir güne yalnız girdiği için neden üzülür insan?27 Temmuz’a yalnız girmekten neden bu kadar üzüntü duymuyoruz?O günün suçu ne,üstelik Şubat gibi yan gelip yatan,bırak 31’i zar zor 29 çeken bir ayda nedir bu çifte standart?

Abaza kardeşlerim –ki okur kitlemin büyük çoğunluğu bu gruba mensup- üzülmeyin,neşelenin.Etrafınıza bakın,görün sahte sevgi gösterilerini,”Acaba 60 liralık birşey alırsam yatağa atabilir miyim” diye verilen hediyelere bakın,paketi açıp içindekini gördükten sonra melekler gibi gülümseyen o kızın götüne göz dikmiş,aşağıda çadırını kurmuş erkek arkadaşına da bir göz atın.Aklınıza gelecek ilk cümle “İşte böyleleri götürüyor hatunları” olacaktır.Fakat ailenizin yazarı Bengisu’nun şu sözlerini şu sözlerini hatırlayın devamında “Böyle biri olacağına Bülent Ersoy’un kocası ol daha iyi amına koyayım”

Sizin 90-60-90 vücutlu sevgilileriniz olmayıversin,bir bakışı 10 erkeğin gönlünü eritecek güce sahip gözlere bakmayıverin,ciddiyim fazla birşey kaybetmezsiniz,hatta birçok şey kazanırsınız.

“Kazanacağım tek şey elimdeki nasır” dediğinizi duyar gibiyim.Bırakın bu otuzbirci küçük Emrah ayaklarını,çeki düzen verin kendinize.Sokarım 14’üne de Şubat’ına da,bir tane bile damar ileti görürsem bugün çok pis söverim,uyarmadı demeyin sonra.