22 Aralık 2008 Pazartesi

Bağlanma Hayata

“Yazıyor,seri katilin son kurbanı,taze baskı,yazıyor” diye bağırıyordu ufak bir çocuk kendinden büyük gazete yığınını taşımaya çalışırken.Yıllarca çok korkunç şeylere tanıklık ettim,her türlü vahşete,sapıklığa.Ama hayatım boyunca hiç sokakta gazete satan çocuğu görmemiştim.Bu olağanüstü bir durumdu,Götam şehrinin sokakları her zamankinden daha tehlikeliydi.

Emekliliğime bir hafta kalmışken bu seri katil de nereden çıkmıştı?Testere serisi popüler olduğundan beri herkes kendi “Kanlı Sırlar Dünyasında” başrole soyunup,geleni gideni öldürerek sözde erdemlerini korumaya,çarpık adaletlerini sağlamaya çalışıyordu.

Ama hiçbiri bu adam kadar hızlı değildi.Bir haftada beş leş,haftasonlarını dinlenerek geçirdiğini varsayarsak her iş günü birini haklıyordu.

En sinir bozucu olan şey ise neredeyse hiçbir iz bırakmamasıydı.Hala anlayamıyorum,nasıl oluyor da hayatları boyunca ezilmiş,dünyanın ne kadar pis bir yere dönüştüğünü gözlemleyerek geçirmiş hastalıklı insanlar bir anda profesyonel katilllerden bile daha iyi işler çıkartıyordu?

Bunları düşünecek zamanım yoktu.Rozetimin hakkını vermeliydim.Son haftam olması hiçbirşeyi değiştirmezdi.

Derbi öncesi futbolcular gibi kendimi davaya adamıştım,geceleri merkezde yatıyordum.Daha doğrusu geceleri merkezde geçiriyordum,o sinsi piç yüzünden gözüme uyku bile girmez olmuştu.Artık kahve sıçmaya başlamıştım,gözlerim ise her zaman makyaj yapan bir kızın makyaj yapamamış halini andırıyordu.Sanki 1000 gündür gözüme uyku girmemiş gibiydi...

Pazartesi gecesi ofise haber geldi,şehir merkezinde birisi daha öldürülmüştü.Götam Polis Departmanı (GAPD) içindeki arkadaşlarımın yardımıyla olay mahallinde ilk incelemeyi ben yaptım.

Bugüne kadar harcadığı 6. kurbandı bu.Genç,güzelcene bir kız çocuğu.Kim bilir önünde nice yıllar vardı.Tecrübemin bana verdiği soğukkanlılıkla cesedin yanına yaklaştım.Bir adet tebeşir,ipucu olarak plastik torbaya atacakken polis memurunun biri hemen yanımda bitti.”Dedektif kusura bakma,cesedin düştüğü yeri çizerken orada bırakmıştım” diyerek benden aldı tebeşiri.Çizgiyi inceledim,taşırmıştı.Şu an polis memurlarını azarlamanın sırası değildi.Cesedin sol elindeki telefonu gördüm.Plastik eldivenimle cep telefonuna yakından baktım.

“Peki cnm,aksm grsrz,wolkiye sl”

Hemen birimi arayıp ”Şu an olay mahallindeyim,çabuk buraya bilirtikiyi yollayın” dedim.İki dakika içinde bilirtiki yanıma geldi.”Aaaayyyy bu neeee yaaaaaa,ıııyyyyyyyyy”.O iğrenç sesinden tiksiniyordum,ama bize fazlasıyla yardımcı oluyordu.

“Damla yardımına ihtiyacım var,şu mesajı bana çevirebilir misin?”

“Peki canım,akşam görüşürüz,Volkan’a sela”

Hepsi bu kadardı.Kurban mesajını tamamlayamadan ölmüştü.Damla’ya teşekkür edip onu merkeze yolladım.Olay mahallini yoğun bir parfüm kokusu sarmıştı.Ne zaman konsantre olmak istesem burnum o kokuya gidiyordu.Belki de Damla’yı olay mahalline çağırmak iyi bir fikir değildi.

Kim ölmek üzereyken böylesine gereksiz bir mesaj atabilirdi ki?İki olasılık vardı:

1)Bu şifreli bir mesajdı.Önüne gelenin konsept katliam yaptığı Götam şehrinde,katili şüphelendirmeden yakınlarından yardım istemek için bir takım parolalar geliştirmiş olabilirdi kurban.

2)Katil,kızı hiç beklemediği bir anda öldürmüştü.

İkinci seçenek kafama daha yatkın geldi.Sonuçta ölen bir kızdı,böyle zekice bir planı yapma ihtimali göz önüne alınamayacak kadar düşüktü.

Kızın yaptığı son konuşmaları araştırmaya karar verdim,çünkü elimde başka bir ipucu yoktu.GSM operatörüyle yaptığım işbirliği sonucu,kızın aradığının on katı daha arandığı,çoğunlukla da mesajlaştığını öğrendim.Son bir ayda 3802 mesaj kullanmıştı,3289’u aynı numaraya.

Telefonun sahibini ofise çağırdım.Ürkek bir ergendi.”Bu kızla neden bu kadar çok mesajlaştın?” diye sordum.”Valla dedektif abi,havadan sudan konuşuyorduk işte” diye cevap verdi.Gözlerinin içine baktım,çalışmadığı dersten sözlüye kaldırılmış öğrenci edasıyla gözbebekleri küçüldü,başka yerlere bakmaya çalıştı.”Bana bak delikanlı” dedim “3289 mesajın kaçı havayla kaçı suyla ilgili bari onu söyle”.Ekipteki arkadaşlar gülmeye başladı,genç adam ise soğuk terler döküyordu.”Gevşe” dedim,cebimden bir paket sigara çıkarttım,içer misin diye sordum.Peki dedi ürkek delikanlı,sonra kafasına yapıştırdım yumruğu

“Bana bak genç adam burası Götam,18 yaşından ufakların sigara içmesi yasaktır”.İyice şaftı kaydı garibimin,görevimi yerine getirmiştim.Odayı terkettim ve içeri başka bir dedektif girdi.

Amerikan filmlerinde “İyi polis-Kötü polis” vardır,Götam Polis Departmanı’nda ise “Kötü polis-Daha kötü polis”.

Odadan çığlık sesleri yükseliyordu.”Haaaaayııır,bu kadarı yeter,daha fazla görmek istemiyorum,abi nolursun acı bana,hiçbirşey bilmiyorum”.İş arkadaşımın ne yaptığını bilmiyordum ama işe yaradığı kesindi.Hiçbir genç bu kadar uzun süreli işkenceye dayanamazdı.

İçeri girdim,masanın üstünde bir laptop vardı.Oynatılan filmde yaşlı adamın biri büyük ihtimalle Rus uyruklu kadının biriyle seks yapıyordu.Ortağıma o adamın kim olduğunu sordum,”Ali Kırca” dedi.Ortağımdan filmi kapamasını istedim.

-Peki evlat,şimdi herşeyi baştan anlat bana,bütün detaylarıyla
-Ya ben Merve’yle çıkıyordum
-Olm çıkmak ayrı şey,hergün yüzlerce mesaj atmak ayrı şey,kıze karşı saplantıların mı vardı?
-Ne saplantısı polis abi,çocuğun yok mu senin hiç,artık bütün gençler günde en az yüz mesaj harcıyor.

Damla’yı arayıp bu bilgiyi teyit ettirdim.Çocuk tipik bir gençti.Tıpkı diğer mahkumların sevgilileri gibi.İşte bir bağlantı bulmuştum,katil sadece sevgilisi olan gençleri hedef alıyordu.Sevgilisi olan gençlerin bulunduğu yerlerde araştırma yapmalıydım.

Perşembe günü şehrin en gözde sinemasına gittim.”Bir bilet alana diğeri bedava” kampayası olduğu için koluna kızı takan sinemaya gelmişti.Büyük çoğunluğunun üzerinde lise üniformaları vardı.Bazı gençler bana sübyancıymışım gibi bakıyorlardı.

Salon kapanana kadar bekledim,birkaç tane kavga çıktı,onları ayırdım ama bunlar gençlerin her zaman yaptığı sıradan şeylerdi.Katili yakalamak yerine “Sen benim eski kız arkadaşımla nasıl çıkarsın” diye kavga çıkartan çocuğu gözaltına almıştım.

Kafayı yemek üzereydim,bu adam fazla iyiydi.Her gün başka birisi öldürülüyor ben ise sinema salonları,kafeler,fast food restorantlarında geçiriyordum zamanımı.

Emekliliğime birgün kalmıştı.Bu dosyayı kapatmadan alacağım ikramiyeden ne hayır gelecekse artık...Dürüst olmak gerekirse umudu kesmiştim.Kafamı toparlamak için bir yürüyüşe çıktım.Hafif bir yağmur vardı,bu pis şehir sadece yağmur yağarken temizmiş gibi duruyordu.Herkes kendini alışveriş merkezlerine atmış,bütün sokaklar bana kalmıştı.Ansızın bir çığlık bozdu bütün huzurumu,sesin geldiği ara sokağa doğru koştum.Kızın biri kanlar içinde yerde yatıyordu.

Hemen sağlık ekiplerine haber verdim.Kıza ilk yardım yapılırken,çantasından bir ses geldi.Cep telefonu ötüyordu,mesaj gelmişti.

“Çabuk Sulh Çıkmaz Sokak No:14’e gel”

Numara gizliydi...

Terkedilmiş bir binaya aitti adres.Temkinli bir şekilde girdim içeri.Adımımı attığım an bu sefer benim telefonuma bir mesaj geldi.

“Eğer bedeninin eşit 500 parçaya bölünmesini istiyorsun 5yuz,5000 parça için ise 5bin yazıp 3900’a yolla”

Yine gizli numaraydı.Ürkmeye başlamıştım,belli ki katil bir mesaj vermek istiyordu dünyaya,yoksa neden beni kendine çekmeye çalışsın ki?Destek birimi çağırmak içim telsizimi çıkardım,”Çabuk Sulh Çıkmazı Sokak No:14’e gelin” dedim.”Zaten oradayım” diye bir cevap geldi.Katil benimle konuşuyordu...

“Neden gencecik çocukları öldürüyorsun,amacın ne seni lanet olası pislik” dedim.”Pislik olan ben miyim,hahaha.Eserim tamamlandığında dünya çok daha temiz bir yer olacak”.Yine mi amına koyayım diye geçirdim içimden.

Hayır,tamam o kadar kişiyi öldürmüşün,bir de üstüne iyi bok yemiş gibi nutuk atacaktı bana pezeveng iki saat,adım gibi emindim bundan.

Oflaya,puflaya üst kata çıktım.Karşımdaydı katil.Kibar bir şekilde beni yanına davet etti.Çay isteyip istemediğimi sordu,oralı bile olmadım.Bir de bu tarz kötülerin şöyle bir huyu var,sanki adamı aradığımı bilmiyormuş gibi bana misafirperverlik yapıyorlar..

“Ne ayaksın lan sen” dedim.Hafif bir tebessüm belirdi yüzünde,birkaç saniye sonra o gülüş yerini soğuk bir ciddiyete bıraktı.”En sonunda beni buldun dedektif,benim mesajımı dünyaya ulaştırma şerefine sen eriştin.”

“Kes lan traşı,söyle vermek istediğin sosyal mesaj neydi bu katliamla?”,işteki son günüm olduğu için ağzıma geleni söylüyordum.”Olm tamam anladık iyi çocuklarsınız,kendi çapınızda dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çabalıyorsunuz ama yazık değil mi lan o çocukların annelerine babalarına,sen evlat acısı nedir bilir misin?” diye sordum.Kafası eğikti,utanmıştı heralde bu laflarımdan.”Bak ölenle ölünmez,gel teslim ol,bari diğer insanlar rahat rahat gezsinler sokaklarda”.Hala tepki vermiyordu.Sinirlenmiştim,silahımı çıkarıp kafasına doğru nişan aldım.Tetiğin sesiyle kafasını kaldırdı.”Nasıl bir duyguymuş” diye sordu.Neden bütün dengesizler beni buluyordu?

“Ne,nasıl bir duygu?” dedim.”Birisine birşeyler anlatmaya çalışırken,o kişinin seni dinlememesi,telefonuyla uğraşması”.Telefonunu masanın üstüne koydu.Utancından değil,mesajladığı için kafası eğikti.Beynime kan sıçradı.

“Bak senin ananı avradını sikerim” dedim.Kahkahalara boğuldu.Sonra da hafifçe alkışladı beni.”Siz ki,olgun bir beyfendi,yılların verdiği tecrübeyle nerede nasıl davranması gerektiğini bilen,gördüğü mide bulandırıcı onlarca şeyden sonra soğukkanlılığını hiçbir zaman kaybetmeyen dedektif...Siz bile bu kadar sinirleniyorsunuz,ben az adam öldürmüşüm bugüne kadar”

Katili boğazladım.Hala o yavşak Kevin Spacey sakinliğini bozmamıştı.”Haydi beni öldür dedektif,ama onlarca gencin neden hayatlarını kaybettiğini asla öğrenemeyeceksin”.Kariyerimin son gününde şeften fırça yemek gibi bir niyetim yoktu.Katili kelepçeledim,sorgulamayı ofiste yapmak herkes için en iyisiydi.

Sanki sorgu odasında değil de otobüs durağında bekliyordu.Kayıt cihazlarını hazırladık,her zamanki gibi içeriye ilk ben girdim.İçimden bir his daha kötü polise ihtiyaç kalmadan herşeyi itiraf edeceğini söylüyordu.

Haklarını saymaya başladım.Buna gerek duymadığını söyledi ve itirafına başladı:

“İnsanları birlikte tutan şey nedir bilir misin dedektif?Saygı...Sevgi olmasa da insanlar bir şekilde yaşayabilir ama saygısız hiçbir millet hayatta kalamaz.Ama ne yazıktır ki insanlar saygının önemini unuttular.Artık onlar için herşey kendileri.Sanki toplumda kendilerinden başka kimse yaşamıyormuş gibi. Telekomünikasyon atom bombasından daha fazla zarar verdi insanoğluna.Çıkarlar uğruna kaybedilmiş toplumsal değerlerinden elimizde kalan tek şeyi de çaldı cep telefonları...iletişim.Artık kimseyle konuşamaz hale geldim.Ne zaman birine derdimi anlatmaya başlasam telefonu çalıyor.Her hikayem o sinir bozucu melodilerle bölünüyor;artık sevgi sözcükleri bile sesli harf kullanılmadan bedava mesaj hakkıyla söylenir hale gelmiş.Sevgiden bahsetmek zaten söz konusu bile değil ama saygı nerede dedektif?İnsanlar kendi aralarında iki çift laf edemez oldu,artık birisiyle yazışmak değil yüzyüze konuşmak istiyorum.Sevdiğim kıza ne kadar güzel olduğunu anlatırken sadece bana odaklanmasını,ona olan sevgimi kelimelere dökmeye çalışırken gözlerinin telefon ekranında değil de dudaklarımda olmasını istiyorum dedektif.Lütfen söyle bana,çok mu şey istiyorum...”

Emekliliğime saatler kalmasına rağmen,katilin bu sözleri beni derinden etkilemişti.Cevap bile veremedim ona,ne diyebilirdim ki?Zaten herşeyi kısa ve net bir biçimde açıklamıştı.Eve dönerken cep telefonumu çöpe attım,en azından onun için yapabileceğim tek şey buydu...