25 Nisan 2008 Cuma

Batuhan

Sağ elinde bir kadeh 24 yıllık şarap,sol elinde ise Captain Black;pencereden dışarı bakıyordu Batuhan,su taneciklerini izliyordu bir Şubat akşamı.Sandığınızın aksine yağmur değildi Batuhan’ın izlediği,yanağından süzülen göz yaşlarının camdaki yansımasıydı,o gece bulutlar yıllık izinlerini kullanıyorlardı,gökyüzünde ufacık bir pamuk tanesi bile yoktu.

Sivilceli suratında göz yaşları adeta Paris-Dakar Rallisi edasıyla manevralar yapıyor,çoğu yanağının yarısında tükeniyordu.

Captain Black’ten çektiği her fırttan sonra cep telefonuna bakıyordu,ne cevapsız bir arama ne de gelen bir SMS vardı.Kavak Yelleri izlerken PGEL yazıp 3300’a yollayarak telefonuna yüklediği melodinin odasının duvarlarında yankılanmasını bekliyor,saliseler geçmek bilmiyordu.

Kapısı kilitliydi,bu depresif bekleyişi portakal,mandalina ve bilimum turunçgilden oluşan bir tabakla odasına dalma ihtimali hayli yüksek olan annesinin berbat etmesini istemiyordu.

Annesinden ziyade babasından tırsıyordu,evlilik hediyesi olan şaraplarını pervasızca içtiğini öğrenirse pederinin şişeyi ağzından sokup münasip bir yerinden az önce içtiği şarapla dolu çıkaracağını biliyordu.Elbette birazcık da mide asiti karışacaktı içine kaçınılmaz olarak

Saatine baktı Batuhan,hayal dünyasına dalalı,nerede yanlış yaptığını düşünmeye başlayalı sadece üç dakika geçmişti.Hani ders çalışırken gaza gelir insan,peş peşe çözer soruları,”Vay be iyi çalıştım ha” der fakat kalleş saate bakınca sadece sekiz dakika geçtiğini farkeder,hayal kırıklığına uğrar iki dakika daha çalışıp kitabı kapatır ya,Batuhan da aynen öyle hissetmişti.

GSM cihazından hayır gelmeyeceğini anlayınca,bir diğer iletişim ağı olan internete başvurdu,fakat vurduğu yer bomboştu,çevrimdışıydı…

Neden hiçbir fikir işe yaramıyor,bir türlü çıkış yolu bulamıyorum diye geçirdi aklından.Bu görüşünü açıklayabileceği kimse yoktu etrafında,kafatasında yankılanıyordu cümleleri.

Yatağına çöktü,yüzüstü uzandı,yastığı otuz saniye içinde sırılsıklam olmuştu.Derken annesi yedek anahtarla daldı içeri “Git başımdan ağğğğğğğhhhniiieeee” demesi hiç de yardımcı olmamıştı,tam tersine annesi kenetlenmişti oğluna “Yavrum,noldu sana böyle”

O ses hiçbir delikte yılan bırakmayacak kadar tatlı,o kollar dikenlerinden arındırılmış bir gül kadar yumuşak,o bakışlar Antartika’yı iki saniyede buhara çevirecek kadar sıcaktı,bütün bunlar sadece bir annede toplanabilecek özelliklerdi.

Ama Batuhan’ın zerre umrunda olmadı,kafasını gömdüğü yastıktan kaldırmadı,annesi de bir süre sonra çıktı odadan.İçinde bulunduğu ruh halini destekleyen önemli unsurlardan biri olan karanlık,annesinin odaya dalarken ampülü yakmasıyla dağılmış,çıkarken de kapamamasıyla tarihe karışmıştı.Apaydınlık bir odada kedere boğulamazdı hiç kimse,bu yüzden Batuhan ışığı kapamak için kalktı ayağa.

Tam o sırada babası daldı içeri,yerdeki şişe gözüne çarptı o saniye “Ulan orospu çocuğu” diyecekti tam fakat pek de akılıca bir fikir olmadığının farkına vardı son anda,”Eşşoğlueşek” dedi,ki bu da pek dahiyane değildi.

Tam okkalı bir nutuk atacaktı ki baba,oğlunun pancarlaşmış suratını gördü,tıpkı Kalli’nin maç sırasında heyecanlandığında yüzünün aldığı renkteydi.Ter ve gözyaşı ile cilalanmış yanaklar,kan kırmızısına bürünmüş gözler,”Oğlum gel otur,konuşalım” dedi,şarabı çoktan unutmuştu.

Baba sordu,Batuhan sessiz kalma hakkını kullandı.İşe yaramıyordu,baba da pes etti,sessizce çıktı odadan.

O gece gözüne uyku girmedi Batuhan’ın,sabaha kadar döndü durdu yatağında.Sabah ezanıyla doğan güneş uyuyabilme hayallerine son noktayı koymuştu.Bir saat sonra okula gidecekti çünkü.

O gün pazartesiydi,İstiklâl Marşı’yla başlayacaktı okul.Ne yazık ki İstiklâl Marşı töreni okul müdürleri tarafından öğrencilere fırça atmak için kullanılan ayinler haline gelmişti.Bağımsızlığımızın,özgürlüğümüzün önenimi kavramamız gereken bu törenler,baskıcı müdürlerin bağımsızlığımıza tecavüz ettiği kabuslara dönüşmüştü.

Normalde sekizde başlayan okul İstiklâl Marşı okunurken her defasında bir beş dakika daha erken başlıyordu.Hocalar derse sekiz buçuktan önce girmezdi,kantinde çay keyfi yaparlardı,buradaki amaç İstiklâl Marşı okunduktan sonra gelen çocukları bir araya toplayıp azarlamaktı.İnsanlık suçu işlemiş gibi okulun utanç duvarının önüne dizilen yüzlerce çocuk o soğukta yarım saat bekletilir,o sırada daha okula yeni adımını atmış öğretmenleri görünce iyi de çekilmez bir hal alırdı bu işkence.

Üstelik ders zilinin çalmasına henüz altı dakika varken geç kaldın bahanesiyle azarlanmak,sıcaklığı on derece daha düşürürdü.

Baskıcı müdür ağzından salyalar fışkırarak bağırır “Sizin Atatürk’e bile saygınız yok,beyinsizler,ahlaksızlar,şerefsizler!”.Her öğrenci aradan çıkıp “Vatanımıza,Atamıza saygısı olan biri sırf öğrencilere fırça atıp kendini tatmin etmek için İstiklâl Marşı’nı bir araç olarak kullanmaz” demek ister ama müdürlerle iletişim kurmanın imkansız olduğunu hepsi bilir.Ağzından çıkan ilk heceden sonra “Sus,konuşma,pislik,okuldan atacağım seni,velin gelsin” sözcük ve ya sözcük öbeklerinden biriyle lafının kesileceği kesindi.

İşte öyle bir Pazartesi’ydi yine,Batuhan evinden çıktı,yürüyerek gidiyordu okula.Her zamanki yolundan giderse arkadaşlarını görecekti,kimseyle konuşmak istemiyordu,ara sokaklara girdi,hiç görmediği caddelerden geçti ve okula sekize on varda ulaştı.Okulun bahçesine girdi,içi rahattı daha beş dakika vardı İstiklâl Marşı’nın okunmasına,sınıf sırasına ulaşmasına yirmi metre kala İstiklâl Marşı okunmaya başladı,müdür mikrofuna eline alıp böğürdü “Sen olduğun yerde kal,kıpırdama”

Müdürün nefret dolu ses tellerinden çıkan,kargaları bile kıskandıracak kadar detone sesiyle başladı İstiklâl Marşı,bittiği saniye de müdürün pis yardakçılarından biri yanında bitti,”Sen gel bakalım”

Yine o ayinlerden biri başlamıştı,yüzlerce öğrenci utanç duvarında bekliyordu.Umurlarında değildi müdürün boş hakaretleri ya da soğuktan titreyen bedenleri,haftalık rutinleri haline gelmişti.Yarım gün yok yazılacaklardı,okulun son günleri cehennem sıcağında bomboş sınıfları doldurmak zorunda kalacaklardı,işte buydu onlara koyan.

Kırbaçlı müdür başladı,”Sen kızım,saçın neden yukardan toplu,arkadan toplayacaksın” başka bir kıza “Bu toka plastik,git lastik toka bul” erkeklere ise “Senin favorilerin neden uzun”,”Neden süveterin bisiklet yaka değil de V yakalı” ve ve ve sıra Batuhanımıza gelmişti “SEEEEEEEEEEEN” diye kükredi müdür,”Ne işin var lan okulda,terörist!!!”

Batuhan’ın terörist damgası yemesine sebep olan yegane şey sabah kesmeyi unuttuğu,ya da kesmeye üşendiği diyelim,ergen sakallarıydı.Farkına varmak için yakından bakmak gerekiyordu,o kadar ince ve seyrekti suratındaki tüyler.

Müdür numarasını aldı Batuhan’ın,nasılsa her hafta en az üç kez alınıyordu numarası,okuldaki diğer yüzlerce öğrenci gibi.Dalga geçermiş gibi de “Numaranı aldım,bir daha yakalarsam disiplin cezası veririm” diyordu bu işkence kampının tepesindeki adam.Ama Batuhan’ın aklı başka yerlerdeydi,”İyi ki servisle geliyor okula karşılaşmadık burada” diye sevinmek istiyor,ama gözleri yaşla doluyordu zavallılığının farkına varınca.

Okul bahçesinde yarım saat rehin tutulduktan sonra sınıfına girdi.Öğretmenler alışmıştı pazartesileri derse geç giren öğrencilere,hatta bazıları krallık yapıp yok yazmıyorlard,ama Batuhan bu konuda da pek şanslı değildi.Yalakanın önde gideni bir öğretmeni vardı.Hem müdürün götünü yalayan hem de öğrencilerin dostu gibi görünmeye çalışan,iki yüzlü,karaktersiz bir öğretmendi bu,”Batuhan seni yok yazmak istemiyorum ama müdür numaranı almıştır yok yazmazsam başım belaya girer” diyordu her hafta.”Müdürün de çok sikinde ha” dedi arka taraftan biri yanındaki arkadaşına,gülüştüler.

Batuhan yerine oturdu,selam veren arkadaşlarına cevap bile vermeden kafasını sıraya dayadı,aldığı derin nefesler sınıfta yankılanıyordu.Yaklaşık on dakika sonra zil çaldı,tenefüstü.

Sınıftan çıkmak istemiyordu Batuhan,eğer O’nu görürse kabir azabı çekeceğinin farkındaydı,ilk tenefüs sınıfta geçti,ikinci tenefüs de,hatta üçüncü de.

Kulaklıklarını takıp müziğin sesini sonuna kadar açmıştı,kimse onunla iletişim kurmaya kalkışmasın diye.Dürtülüyordu bazen ama hiçbirşey olmamış gibi davranıyordu.Alnına pis ahşap sıra kokusu işlemişti.

Öğle arası geldi,arka taraf tayfasından biri “Oğlum gel yemek yiyelim,sen de birşeyler iç ağlaya ağlaya vücudunda su kalmadı amına koyayım ehehehe” dedi.Batuhan istifini bozmadı birkaç desibelle “Siz gidin” diye cevapladı.”Bırakmam valla,bizimle gelecen” diye ısrar etti arkadaşları,tuttular kolundan zorla çıkardılar dışarı.

Kantin mahşer yeri gibiydi,Hac’da şeytan taşlama neyse okulda da öğle arası oydu.Cengaver bir öğrenci 4-5 kişiden siparişleri ve paraları alır,atardı kendini kalabalığın içine,on dakika için elinde soğuk tostlar,ceketi dağılmış bir şekilde geri gelirdi.

Bu on dakikalık arada,erkek öğrenciler futbol muhabbetine dalar genellikle.”Olum Arda resmen sikmiş adamı öyle gol mü olur,yüzde yüz faul” diyordu biri,diğeri de “Ya bırak Deivid’in penaltısını da gördük biz,bal gibi gol,kendini yere atmış Kerim”.Koyu bir Fenerbahçeli olan Batuhan ise kafası eğik dikiliyordu öylece.”Batuhan sence de faul değil mi” diye sordu Fenerbahçeli arkadaşlarından biri,zira ortamda başka Fenerli yoktu sadece Batuhan’a güvenebilirdi,”İzlemedim” dedi Batuhan,yaklaşık üç aydır futbolla pek ilgilenmiyordu.

Tam bu sırada omzuna sıcacık bir elin dokunuşuyla irkildi,”Aşkım,cumartesi akşamı mesajını aldım tam cevap atacaktım telefonum bozuldu,dün de heryer kapalıydı tamir ettiremedim,yanlış anlamadın dii miiii”

Bir anda kendine çekidüzen verdi Batuhan “Ben anlamıştım zaten böyle birşey olduğu bitanem” dedi,sarıldı kız arkadaşına.Tüm o keder bir anda yok olmuştu,suratından yavşaklık akıyordu.Arkadaşları Batuhan’a pis pis baktılar “Ya bırakın şu hıyarı,gelin sınıf maçı var izleyelim” dediler,Batuhan’ın tostunu da kendi aralarında paylaştılar.Batuhan ise öğle arasının tamamını kız arkadaşıyla bahçede kol kola gezinerek geçirdi.Kız arkadaşı görüşmeyeli naptığını sordu,”Hiçbir şey aşkım,oturdum işte boş boş,sen naptın” dedi Batuhan,”Aaaayy sorma,Merve’yi erkek arkadaşı aldatmış,çok üzgündü alışveriş yaptık onunla uğraştım”.Öğle arasının geri kalanı Merve,biten ilişkisi ve yeni açılan alışveriş merkezindeki çantaların ne kadar güzel olduğu hakkında konuşularak geçildi.Batuhan’ın gözyaşı,bunalım,asosyallik dolu 48 saatinin bir saniyesinden bile söz edilmedi.

Geri kalan derslerde gayet neşeli,mutlu bir Batuhan vardı sınıfta.Eve gidince de sanki dün gece hiçbirşey olmamış gibi davrandı anne babasına,onlar da oğullarını mutlu mesut görünce seslerini çıkarmadılar.

O gece ilginç bir rüya gördü Batuhan.Boşluktaydı,nefes alamıyordu,ama yaşamak için oksijen almasına gerek de yoktu.Yuvarlaklaşmıştı,sivilcelerinin yerini kraterler almıştı,elinde olmadan belli bir yörünge etrafında dönüp duruyordu,bir uyduya dönüşmüştü,gezegeni de kız arkadaşından başkası değildi.

Hepimizin içinde birer Batuhan var,sadece içimizde kalması kendi ellerimizde…

12 Nisan 2008 Cumartesi

Afedersiniz,Sakıncası Yoksa Amınıza Koyabilir Miyim?

“Küfür,acizlerin işidir,hayatlarında hiçbir baltaya sap olmamış ve bu saatten sonra olması da pek muhtemel gözükmeyen zavallıların destelerindeki son karttır.Ahlaktan,terbiyeden nasibini almamış bu mahlukatlar bulundukları toplumun seviyesinin düşürmekle kalmaz üstüne üstlük bir marifetmiş gibi de kendilerine uymayanlarla alay ederler.Küfürbazların psikolojik sorunları vardır,bu insanlarla arkadaşlık etmek büyük bir hatadır.Bu zavallılar için umut kesilmiştir,topluma kazandırılmaları söz konusu değildir…”

Parmak basacağın noktaya sokayım diyerek yazıma başlıyorum sevgili okurlar.Her zaman olduğu gibi toplumun kanayan yaralarından birine elimden geldiğince pansuman yapmaya çalışacağım.

Çoğumuzun başına gelmiştir,kızların ya da büyüklerimizin önünde ağzımızdan kötü bir kelime çıkar yanlışlıkla,yerin dibine gireriz,suratımız kan kırmızısına bürünür,kem küm ederek telafi etmeye çalışırız.Arkadaşlarıyla geyik yaparken kullandığı iki kelimeden üçü küfür olan insanlar –özellikle geyik ortamında ben varsam bu sayı ikide beşe kadar çıkabilir- pot kırmaya daha da yatkındır doğal olarak.

Bu kötü kelimelerden biri ağzımızdan kaçtığında,eğer sevilen biriysek,sabıkamız yoksa ve anlayışlı insanların arasında isek sanki iki saniye önce “Amına kodumunun” sıfatını kullanmamışız gibi devam eder sohbet.İş kazasına uğrayan bizler de bol bol “Efendim” ve “Lütfen” deriz, hitap ettiğimiz kişi her ne kadar tekil olsa da 2. çoğul kişi kipinde çekimleriz fiillerimizi.

Peki ya bulunduğunuz ortamda sadece laf sokmak için insanlarla iletişim kuran,götü atmosferin 3. tabakasına kadar kalkmış,kimse tarafından sevilmeyen birisi varsa?O zaman siki tuttunuz demektir sevgili okurlar.Yerin dibine sokar sizi bu insan azmanı,çocuk gibi azarlar,bin kere özür dileseniz de onun amacı size hatanızı gösterip bir daha yapmamanız değil,kendini yüceltmektir,bu yüzden hiçbir şekilde yaranamazsınız kendisine.Muhabbet bitene kadar yüzünüze vurur yaptığınız hatayı,saniyeleri geçirtmez size…

Şimdi soruyorum,burada kendisini sohbete kaptırmış,yanlışıklıkla ağzından masum –evet yazımın ilerleyen bölümlerinde bunu uzun uzun açıklayacağım- iki kelime kaçan,sonra da hemen özür dileyen kişi mi terbiyesizdir,yoksa bir üst paragrafta tanımladığım şahıs mı?

Beni az çok tanıyan biri bu soruya B cevabını vereceğimi bilir.Hatta beni yakından tanıyan bir insan az önce bahsi geçen olaydaki mağdurun da büyük ihtimalle ben olduğumu düşünür,ama yanılır ne yazık ki.Küfür edilmesi hoş karşılanmayan ortamlarda sadece “Selamın aleyküm” ve “Hadi bana müsade” diyerek işi sağlama aldığım için hiç bu tarz boktan durumlara düşmedim,ama düşeni çok gördüm.

Bu yazıda kalemimle ağzını burnunu dağıtmak,suratını tanınmaz hale getirmek istediğim insan tipi az önce “B şıkkı” diye adlandırdığım kişiden başkası değildir sevgili okurlar.Detaylarda kaybolmuş,hakikatları unutmuş bu puştlardır benim sinirimi bozan.

Ahlak,terbiye nedir?Karşındakine saygı duymak,değer vermek,küçüklerini korumak,büyüklerini saymak....

Ama elini sallasan sansüre çarptığın bu güzelim ülkede işler böyle yürümüyor.”Terbiyesiz insan=Küfredeninsan” şeklinde son derece yanlış bir görüş oluşmuş durumda.

Şimdi ben kardeşim diyebileceğim kadar yakın bir dostumla konuşurken “Naber yarrak kafalı” dediğim saniye ahlak düşmanı damgası yiyorum.Ama arkadaşlarına “Naber cannıımm”diyen birisi ahlak timsali oluyor,şimdi hep beraber bu iki örneği inceleyelim.

Anlatmak istediğim ahlak düşmanları arkadaşlarıyla konuşurken küfür eder evet,fakat karşısında küfürden haz almayan birisi varsa da haddini bilir,ona birşeyler anlatırken başvurmaz kötü kelimelere.Kimseyi aşağılamaz,hor görmez,arkalarından konuşmaz,çevresindekilerle kavga etmez,kendini beğenmez,mütevazı takılır.Ama samimi olduğu insanlara “yarrak kafalı” diye hitap ettiği için toplumdan uzaklaştırılması gerekir çoğularını göre.Karşısındakinin bu laftan alınmaması,gücenmemesi hiçbir şeyi değiştirmez.

Benim tiksindiğim ahlak timsallerinden bahsedeyim birazcık da.Ağızlarından sinkafın “S”i çıkmaz ama şımarığın tekidir,her gün başka biriyle tartışır,karşısındakine 10 kuruşluk madeni para gibi davranır,dedikodu yapar,milletin arkasından atıp tutar ama bu kişi terbiyelidir,ahlaklıdır,örnektir.

Bu nasıl bir mantık,nasıl bir iki yüzlülük,nasıl bir değer yargısıdır?

Ahlak bu kadar basit bir kavram mıdır sevgili okurlarım?Terbiyeli kelimesi o kadar ayaklar altına alınmıştır ki küfür etmeyen insanlara karşı bir önyargı oluşmuştur burada size derdini anlatmaya çalışan yazarınızda.

Zaman kötü,kolla götü demişler.Haklılar da,dünya çok kötü bir gezegen haline geldi.Her türlü pislik,adilik bini bir para.Ama en kötüsü de sevgili okurlarım,en acı vereni de saf diye nitelendirdiğimiz,yağmurda ıslanmamak için kafamızı soktuğumuz,sığındığımız o değerlerin kendini bilmezler tarafından sahiplenilmesi,anlamını yitirmesidir.

İki çeşit küfür vardır,birisi benim burada savunduğum,kimi zaman gülmek,kimi zaman duygularımızı ifade etmek için başvurduğumuz kelimelerdir.”Amına koyayım,ibne,puşt,göt lalesi,amınoğlu,yarrak Hasan” gibi çok da ağır olmayan,sohbeti zenginleştirmek için, kullanılankimseye zararı olmayan,karşımızdakinin “Anama küfretme ulan” diye tepki veremeyeceği küfürlerdir.

Burada annelerimiz işin içine giriyor.Bizlere hayat veren,büyüten,ayaklarının altında cennetin bulunduğu annelerimiz.Eğer “Orospu çocuğu,ananı sikeyim,ananı sikerdim ama çok sıra var babanı sikeceğim” gibi kelime öbekleri kullanılırsa buradaki gerçek amaç kini dışarı vurmaktır,kavga çıkarmaktır,”Terbiyesizlik” yapmaktır.Bu küfürlere halk arasında “Kavgada söylenmez”ler de denilmektedir.

İşte aradaki farkı anlamamakta ısrar edenlerin sayısı oldukça yüksek.

Tabii ki nerede küfür edip etmeyeceğimizi biliyoruz,kötü kelimeleri insanları üzmek değil güldürmek için kullanıyoruz ama yine de ahlaksız olan bizleriz.

Küfür edenler ahlaklı,etmeyen terbiyesizdir demek “Terbiyesiz insan=Küfreden insan” demekle eşdeğer ölçüde yanlış bir tanımdır.Gerçek terbiyenin ölçütü seçtiğimiz kelimelerden ziyade insanlara gösterdiğimiz saygı olmalıdır.Küfür,sözcüklere duygularımızı katmanın çeşitli şekillerinden biridir sadece.Koskoca ahlak değerlerini böyle bir olguyla ölçmek ahlaksızlığın önde gidenidir.

Durumun vahimliğine bakar mısınız,öyle çarpık bir dünya ki bu bir takım insanlar karşılarındaki aşağılamak için küfür etmemeye başvuruyor.Sizce de burada özne-yüklem uyuşmazlığından kaynaklanan bir “ahlak” bozukluğu yok mu?