31 Mayıs 2009 Pazar

Siber-Rezalet

Sanal alem demişlerdi, uzağı yakın, yakını uzak kılan ağ. Dünyanın dört bir yanından insanlar bir araya gelip iletişim kuruyordu; mahalleler, şehirler hatta ülkeler sınır olmaktan çıkmıştı. 21. yüzyılın en önemli olgularından biriydi internet, hayatlarımızı kökten değiştirmiş, ADSL’siz bir yaşam düşünülemez hale gelmişti. Ben napıyordum peki, bu önemli icadı Mynet’ten oyun oynamak, Youtube’dan komik video izlemek ve Livescore’dan maç sonuçlarını takip etmek için kullanıyordum ancak. İnternetin sosyal hayatıma tek katkısı VCDcilere gidip kimseye çaktırmamaya çalışarak “Abi porno var mı” deme utancını ortadan kaldırmasıydı. Çok uğraştım siber ortamlara akmak, yeni aşklara yelken açmak için fakat erkek olduğumdan dolayı baştan kaybediyordum. Kızlar sürekli kendilerini rahatsız eden Facebook magandalarından bıkmıştı, haksız da sayılmazlardı. Ama olan benim gibi sofistike, klas, centilmen fakat ilk görüşte tipi pek güven vermeyen –şuna tipsiz diyelim kısaca- beyefendilere oluyordu. Yolladığım bütün arkadaşlık teklifleri geri çevriliyor, MSN’e eklediğim kızlar cinsiyetimi anlar anlamaz engeli basıyordu.

Talihsizliğimi sonlandıracak dahiyane bir fikir buldum. Kızlar beni kabul etmiyordu, çünkü abaza hareketlerde bulunacağımı düşünüyorlardı. Kız taklidi yaparsam içlerine sızabilir, eğer standartlarıma uygun birisine rastlarsam da gerçek kimliğime yönlendirebilirdim. Özet olarak kendi çöpümü kendim çatacaktım, lanet olsun çok zekiydim. Hemen “Kız ismi+alttan çizgi+doğum yılının onlar ve birler basamağı” formülüyle kendime bir e-posta adresi aldım. Ortalama güzellikte bir kızın resmini profilme koyup beni görmezden gelen bütün kızları ekledim listeme, işe yarıyordu. Arkadaş listem kız yurdu gibiydi, bir tane bile böcek yoktu aralarında. Sanal haremimi kurmuştum, şimdi sıra sultanımı seçmekteydi. O kadar çok seçeneğim vardı ki zorlanıyordum eleme yaparken, kuraklık değil bolluk idi problemim.

Adaylarımı üçe indirmiştim: Ayşen, Ezgi ve Damla. İçlerinde en güzel avatar Damla’ya aitti. O kadar güzeldi ki kendi resmini koyup koymadığına dair şüphelerim vardı, eğer yüzde yüz emin olsaydım Ayşen ve Ezgi’yle irtibatı anında keser Damla’ya yazardım. Ezgi’nin erkek arkadaşı olduğunu öğrenince bastım engeli. Ayşen ile Damla arasında gidip gelirken Ayşen’in “Aaaaay Murat Boz choook sekxiii” demesiyle kazananı belirledim. Kısa süre içinde Damla’yla samimi olmuştuk, açıkçası bu kadar kolay olmasını beklemiyordum arkadaşlık sürecinin, ama kız milleti bu hayatım boyunca asla anlayamamıştım onları. Birkaç gün sonra Damla’yla kanka seviyesine ulaşmış, hatta kızlıkla alakalı mevzulara girmeye başlamıştık. Foyamın ortaya çıkmasını istemiyorsam konuyu değiştirmem gerekiyoru zira 17 yaşıma kadar kadınların kanı ped reklamlarındaki gibi mavi sanan bir adamdım ben. Ama uzaklaştırmıyordu bir türlü, muhabbeti dönüp dolaştırıp dişiliğe getiriyordu Damla. Nasıl biz erkekler hemcinslerimizle sürekli +18 içerikli sohbetler ediyorsak, aynısı kızlar için de geçerliydi demek ki.

Bahtımı sikeyim, çölde kutup ayısının tecavüzüne uğrayan bedevi bile benden daha şanslıdır. Sen git sürüyle kızın arasından lezbiyen olanını bul! Şimdi buraya yazamacağım şeyler istedi benden, doğuştan gerekli ekipmana sahip olmadığım için yapamadım tabi, “Evet soktum” tarzı cevaplar verebildim ancak. Belki hem elma hem armut seviyordur umuduyla demiştim o lafları. Ama yanılmışım, Damla elmalardan hoşlanan bir elmaydı, ben ise ayvayı yemiş bir armut. Siber-seks hayallerim siber-tecavüze dönüşmüş, kelimelerle ırzıma geçilmişti. Kendimi o kadar değersiz hissediyordum ki aynaya bakacak yüzüm bile kalmamıştı. Damla’nın sapık fantezilerini gerçekleştirmek için beni şişme bebek gibi kullanmasına izin vermiştim. Hırsıma yenik düşmüştüm, hayatım boyunca asla affedemeyecektim kendimi. Bu ıstıraba katlanmamın tek sebebi çabalarımın tamamen boşa gitmesini istemememdi. Saatlerimi, günlerimi daha da önemlisi asla geri dönmeyecek masumiyetimi vermiştim Damla’ya, mükafatımı almadan sonlandıramazdım hiçbirşeyi. Webcam’ini açtırıp soydurttuğum an bitirecektim bu işkenceyi, Damla’nın göğüsleri buruk bir sevinçten fazlasını vermeyecekti gerçi, yine de ellerim boş ayrılmaktan iyiydi. Yoğun ısrarlarıma rağmen Webcam’ini açmıyor, sürekli bir bahane uyduruyordu. Bahaneleri tükenmiş, dakikada 27 kere yolladığım görüntülü konuşma tekliflerini reddetmekten sağ işaret parmağı ağrımıştı. Uzunca birşey yazmaya başladı, 3 dakikadır pencerenin altında “WhiteAngel_88 bir ileti yazıyor” ibaresi duruyordu. Sonunda geldi yazdıkları: “Bir itirafta bulunmam gerekiyor. Ben erkeğim, bu maili kız bulmak için almıştım ama sana gerçekten aşık old...” gerisini okumadan bilgisayarın fişini çektim.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Obez Ruh

Ben müzikle yaşayan bir adamım. Herhangi bir enstürman çalmamama rağmen müziğin hayatımdaki yeri çok büyük. MP3-çalarsız çıkmam abi; tuvaletimi yaparken hatta duş alırken bile kulağımdadır sevdiğim şarkılar. Onlarca grup vardır takip ettiğim, şarkı şarkı değil albüm albüm dinlerim. Müzik gerçekten de olmazsa olmaz benim için, yalnız şöyle bir sıkıntı var, dinlediğim gruplar nasıl desem benden başka pek bilen yok etrafta. Hani diyemiyorum "Cynic Türkiye'ye geliyormuş olm" ya da "Isis'in son albüm şahane" kimseye. Dostlarımla müzik sohbeti yapamıyor, saatlerce dinlediğim albümler hakkında iki çift laf bile edemiyorum kendimden başka kimseyle. Metallica, Iron Maiden ile başlamıştım her metalci genç gibi, sonra Death Metal'e yöneldim, onun da bir nebze takipçisi mevcut ama şu an dinlediğim gruplar ne yazıktır ki ülkemizde neredeyse hiç tanınmıyor.

Hiçbir zaman "Ekşide Opeth hakkında on sayfa entry girmişler, kesin dinleyeyim" insanı olmadım. Bir arkadaş var mesela, adam hayatı boyunca Opeth dinlememiş sırf ekşisözlükte on sayfa yazı girilmiş diye gitti Opeth T-shirt'ü aldı, ondan sonra başladı Opeth dinlemeye. Belki şu an giyiyordur, kim bilir. Hayır sevgili okurlar, ben asla ortamlara akmak, belirli bir grup arasında kabul görmek için müzik dinlemedim, The Dillinger Escape Plan'in ne kadar müthiş bir grup olduğunu bilmiyorsanız sizin kaybınızdır, benim değil.

Ama size de hak veriyorum, şimdi desem ki "Botch dinleyin, özellikle We Are The Romans albümünü, Saint Matthew Returns To The Womb gelmiş geçmiş en gaz şarkılardan biridir", siz de meraktan Botch dinlerseniz adım gibi eminim ne bu bloga girersiniz ne de benimle konuşursunuz bir daha. Sert, deneysel müzik, belirli bir altyapı sahibi olmak gerekiyor tadını çıkarabilmek için, burada 3-4 yıllık bir süreçten bahsediyorum. Bunun farkında olduğum için kimseye şarkı yollama, grup önerme şansım olmuyordu. Ancak şu şekilde "Mordecai diye bir şarkı var, 2:10'dan sonrasını dinle, hiç bitmesi istenmeyen bir rüya gibi". Peki ya o 2:10'luk kısım? Bana göre şarkının geri kalanı kadar mükemmel, ama bakire kulakların birkaç saniyeden fazla dayanabilmesi mümkün değil ilk iki dakika on saniyeye. Ama o günler geride kaldı, insan içinde dinleyebileceğim, neredeyse her müziksevere hitap eden bir grup keşfettim.

Audrey Bitoni'yi eve attığımda bir şarkı açmıştım hani. Hatta linkini vermiştim interaktiflik olsun diye, yazının geri kalanını o şarkıyı dinleyerek okursunuz diye düşünmüştüm, gerçi kimse yapmamıştır ama yine de ufak bir detay olarak eklemiştim yazıya. İşte o grup, Thrice; artık arkadaşlarıma yollayabileceğim, bizim eve geldiklerinde açabileceğim bir grubum var benim. Bugüne kadar kimse "Bu ne lan, beynimi sikti" demedi, birçok iltifat da aldım diyebilirim. Thrice'a karşı boynum kıldan ince, o yüzden sizlere bir şarkısını dinletmek, bu güzel grubun reklamını yapmak başımın borcudur.

Thrice - Stare At The Sun (AOL Session)

Yukarıdaki linkten Stare At The Sun isimli şarkılarının akustik kaydını dinleyebilirsiniz. Birçok farklı versiyonu mevcut şarkının, ama benim en çok hoşuma giden budur, hele ortada giren kemanlar yok mu, kulağını seven dinlesin diyorum başka birşey demiyorum.

Ha şimdi puştun biri çıkıp "Ulan pop bu, bir de metalciyim diye geçiniyorsun" diyebilir. Evet o puşta sağlam bir cevap hazırladım. Şimdi bir genç Dark Tranquillity -ki sert bir metal grubudur- ile Pink Floyd -zaten hepiniz biliyordur, açıklama yapmaya gerek duymuyorum- dinleyebilir. Hatta şöyle diyebiliriz, herhangi biri metal grupları ve Pink Floyd dinleyebilir, neden? Çünkü Pink Floyd herkes tarafından saygı gören, rock müziğin temellerini atmış bir gruptur. Pink Floyd sevmiyorum diyene kız vermezler o derece. Eğer müziği sertliğine göre ayırıyorsak ki paragrafın başındaki lavuğun yaptığı bundan başka bir şey değildir, metalcilerin Pink Floyd dinlememesi lazım, çünkü yumuşak müzik. Ama hayır, oooo Pink Floyd dinleyebiliriz, hatta dinlemeliyiz neden çünkü herkes biliyor ve saygı duyuyor, evet Pink Floyd ile eşdeğer müzik yapan bir grup olsa atıyorum Red Floyd mesela, onu dinleyemez metalci. Çünkü poptur, sert adama yakışmaz. Bırakın bu ayakları, sözlüklere, forumlara göre şekillendirmeyin müzik zevkinizi. Sırf bu tarz dallamalar yüzünden metal dinliyorum demeye utanıyorum. Aynı anda Converge de dinlerim Bad Religion da, zerre sikimde olmaz, birisi grindcore diğeri punk. Benden başka da pek dinleyen olmaz, çünkü popüler grup değiller. Kimse "The Saddest Day efsane şarkı hacı" diyerek hava atamaz, ama The Saddest Day doksanlı yıllarda yazılmış en iyi şarkılardan biridir nezlimde. Millete hava atmak, kız tavlamak ise amacınız, The Saddest Day hiç işinize yaramaz. Ama yok ben kaliteli müzik dinlemek istiyorum, agresiflik ile duygusallığın birleştiği şarkılardan hoşlanıyorum, aynı zamanda sert müziğe de alışığım derseniz The Saddest Day kaçırmamanız gereken bir klasiktir. Ben müzikaliteye bakarım arkadaş, şekle değil. İsmail mesela, adam Serdar Ortaç dinliyor, bana da dinletmeye çalıştı birkaç kez ama 10 numara elemandır -Serdar Ortaç değil İsmail-. Hiç olmazsa herif içinden geleni yapıyor amına vuram, özenti değil. Bugüne kadar tanıdığım bütün metalcileri toplasanız bir İsmail etmez gözümde. Nerden nereye geldik, Thrice sevgili okurlar, For Miles, Red Sky, Digital Sea, Cold Cash And Colder Hears, Atlantic, Moving Mountains, Firebreather, Digging My Own Grave, Between The End And Where We Lie, All That's Left, The Sky Is Falling, Daedalus, The Earth Isn't Humming, Silhouette, Trust, Betrayal Is a Symptom tavsiye ettiğim parçaları. Umarım hoşunuza gider.

14 Mayıs 2009 Perşembe

Z... Çocukları

Bulutların üzerindeydim, yumuşaklığını çıplak ayaklarımda hissetmeme rağmen göçmüyordu zemin. Uçsuz bucaksız sema vardı sadece önümde, sanırım atmosferin dışındaydım, nasıl nefes aldığımı bilmiyordum. Yürüdüm, hem de saatlerce, ama hiçlik bitmiyordu. En sonunda mermer bir sütun buldum. Sütunu incelerken uzaktan birinin yaklaştığını farkettim; yaşlı, uzun beyaz saçı ve sakalı olan, neredeyse üstsüz gezen bir adam. Yanıma gelince çıkarttım kim olduğunu. “Burada ne işin var ölümlü” dedi tüm kudretiyle, “Beni bırak dayı şimdi, Zeussun sen di mi” diye karşılık verdim. Aldığım cevap olumluydu, Olimpos’ın kralı, tanrıların tanrısı Zeus idi karşımdaki. Titanların elinden hakimiyeti devralan, babası Kronos’u denize döken, Yunan Mitolojisi’nin “Polat Alemder”ı Zeus’a “Kusura bakma ama senin kadar orospu çocuğu bir tanrı daha görmedim” dedim, sinirlendi doğal olarak, çekicini çıkardı. Tam gazabını göstermek üzereyken “Artistlik yapma lan” diyip kafasına geçirdim bi tane, ani bir hamleyle sol bileğinden tutup beline yapıştırdım. Zeus safdışı kaldı, konuşmama kaldığım yerden devam ettim:

-Bir de tanrıyım diye geziyorsun, lan azıcık haysiyet onur olur tanrıda, nedir olm senin sorunun, ne ayaksın sen, anlat de öğrenelim.
-Abi kolumu bırak, sanırım kırıldı, hadi be güzel abim, canım canıyor.
-Ne abi lan ne abisi! Sen tanrısın amına koyayım, yancı gibi abi diyor, sakalından utan dallama!
-Affetmek büyüklüktür, kolum ağrıdı abi. Herşeyi anlatcam abi, hele bi bırak abicim...

Zaten mitolojiyle aram kötüdür, şu karaktersizle muhattap olunca iyice soğudum. “Karı gibi adammışsın Zeus” dedim, bıraktım kolunu. Sanki çok birşey yapmışım gibi sol bileğini ovuşturdu 10 dakika boyunca. “Yeğenim naptın ya, niye yaptın bunu yaaaa” dedi Zeus, “Ulan Olimpos gavatı, ulan götümün tanrısı, bir de saf ayağına yatıyor. Senin yüzünden ırz namus kalmadı lan alemde. Olimpos’un yarısı senin piçin zaten, yetmedi insanlara dadandın, o da yetmedi hayvanlara. Bu nasıl bir açlıktır arkadaş. Arkamı dönmeye korkuyorum şu anda, bi ben kaldım çakmadığın midesiz herif” diye azarladım. Zeus’un “Kanka kalbimi kırıyorsun ama böyle konuşma, benim de duygularım var” demesiyle iyice sinirlendim, “Ne kalbi lan, ne duygusu! Kayadaki deliği bile sikmişin sonra bana duygusal laflar ediyor. Halandan, hatta kardeşinden bile peydahladıkların var kafir! Yazık değil mi o çocuklara, Medyum Keto gibi oldu hepsi”. Cevap veremedi, kafasını eğdi sokak arasında futbol oynarken vurduğu top balkona kaçan çocuk gibi. Sonra birden kafasını kaldırdı, yaşlanan gözlerini elinin tersiyle sildi, hafif hıçkırarak “Onlar verdi, ben napıyım, vermeselerdi bana ne” diye şekil olarak 0-6 yaş grubuna anlam olarak ise Nuri Alço felsefesine ait bir cümle kurdu. O an anladım ki Zeus’da sike sürülcek akıl yokmuş. “Bir de tanrısın, sana tapıyorlar. Sen böyle davranırsan kulların ne yapar? Yok bu iş böyle yürümez. Seni adam etmenin tek yolu var” dedim, hani yusuf yusuf modunda ya hemen atladı tabi “Sen en iyisini bilirsin abi, idolümsün abi” gibi laflar etti tırsık. Kelime-i Şahadet getirmesini söyledim. İlk başta şaka yapıyorum sandı; sağ elim açık, tüm parmaklarım birleşik, 60 derecelik açıyla havada “Getireceksin lan” dememle anladı işin ciddiyetini. Direndi biraz “Abi rezil olurum, Olimpos’a çıkacak yüzüm kalmaz” falan dedi ama kaçışı olmadığını kendi de biliyordu. Yutkundu, son bir kez “Bokunu yiyim abi” bakışı attı ama nafileydi. Dizlerinin üstüne çöktü, ellerini açtı ve dudaklarını araladı: Eşhedü en lâ ilâhe illallah...

Sabah ezanıyla uyandım, masanın başında uyuyakalmışım. Etrafta ders notları, fotokopiler darmadağınık. Mitoloji sınavına beş saat kalmış, Yunan Tanrılarının soy ağacını çalışmak için elime aldım listeyi. “Ulan Zeus” dedim “uçkuruna bu kadar düşkün olmasan uğraşmazdım şimdi şunları ezberlemekle”.

3 Mayıs 2009 Pazar

Dünyanın En Serbest Şiiri

Ah sevgilim anlamalıydım
Anlamak istemedim belki de
“Iyyy ben kokoreç yemem” dediğinde
Senden bana yar olmayacağını
Seni de suçlayamam aslında
İstanbul’daki kokoreçler bok gibi
Denizli’deki Şampiyon’a gitseydik
Bir yarım yanına da şalgam içseydin
O zaman kokoreçi de beni de severdin
Hep bu kahpe şehrin yüzünden
Uyuyamaz oldum geceleri adını sayıklamaktan
Biraz da karnım ağrıyor ondandır belki
Ataman’a dedim geçen, anlar böyle işlerden
Sağlıklı yaşam, outdoor falan, kral çocuktur
“Kekik suyu iç abi” dedi
Kekiğin suyu mu olur lan diye düşündüm
Ananeme sordum kekik suyu var mı diye
80 yaşında kadın o bile ilk defa duymuş hayatında
Nane limon kaynatayım onun yerine dedi
İçtim ama bir sikim değişmedi sevgilim
Ben de gittim en yakındaki baharatçıdan kekik suyu aldım
Böyle görmen lazım, yeşil birşey bekliyordum ama sidik gibi rengi
Bir yudumdan sonra anladım ki içilcek şey değil
Ama mecburdum, karnım dört gündür ağrıyordu
Karaciğerimin ırzına geçerek bir fincanı zor bitirdim
Damağımda hala berbat tadı, kekikten tiksindim
Güzel birşey olsa Ataman söylemezdi zaten
Evlerine kalmaya gitmiştim bir kez açtı karnım
Annesi birşey koydu önüme, böyle sarı-yeşil arası
Ne olduğunu çözemedim, Endonezya yemeği miymiş neymiş
İsmi de acayip, hiç gözüm tutmadı yemeği
Ama yemek zorundaydım bi tanem, ayıp olurdu yoksa
Tadına bakmak amacıyla azıcık ucundan aldım
Hareket ediyordu çatalımdaki yemek
Boğazımdan zor geçirdim, salyangoz gibiydi tadı
Ekmeği bol yiyeyim bari tadını bastırır diye düşündüm
Çiğdem Teyze dedim, Ataman’ın annesi
Ekmek alabilir miyim
Önüme tanımlanamayan bir cisim koydu
Ya şey ben ekmek istemiştim dedim
Ekmek çocuğum o dedi
Kendileri yapıyorlarmış evde, ama köy ekmeğine de benzemiyor
Gene kesin sikindirik bir ülkenin tarifidir
Normal ekmek yok mu dedim
Normal derken dedi Çiğdem Teyze
Ya insanların yediğinden işte dedim
Bozuldu Çiğdem Teyze
Biz insan değil miyiz der gibi baktı
Gözlerimi kaçırdım ondan
Bitiremedim yemeği
Aç kaldım o akşam
Tuvalete girip diş macunu yedim biraz
Onunla doyurdum karnımı bir nebze
Neyse, nerede kalmıştık, ha bu kahpe şehirde
Ah aşkım, Denizli’de tanışsaydık keşke
Bizim ev var Çamlık’da, Denizli’nin Etiler’i
Gidip görsen “Bu mu Etiler” dersin
Büyükşehir kızısın biliyorum
Ben de pek sevmem çamlığı zaten
Zenginle, artistle aram yoktur bilirsin
Ama iyi kira getiriyor şerefsiz
Gerçi o kirayla Kavacık’tan bile ev tutulmuyor
Denizli’de ev kiraları burdakinin yarısı
Sosyete semtte lüks evimiz vardı
İçinde at bile koşturulur
Şimdi Kavacık’tayız, heryere uzak
Sikim kadar ev, iki adım atamıyorum
Ona rağmen daha pahalı kirası
Çamlıktaki evin kirasıyla krallar gibi yaşardık Denizli’de
200 YTL’ye Çınar’da, ufak bir ev tutardık
200 YTL’ye İstanbul’da afedersin yarramın başını tutarız anca aşkım
Bizim ev sahibi hakikatlı adam
Aile dostumuz, bizimkiler bebekliğini bilir
Geçen ay kirayı yatırmayı unutmuşum, insanlık hali
Gıkını çıkarmadı, hatırlayınca yatırdım hemen
15 gün geç ama lafını bile etmedi
Hep unutuyorum bu tarz şeyleri
Otomatik ödeme haltını da hiç sevmiyorum
Bankaya gittim, bütün faturaları götürdüm
Elektrik, su, doğalgaz, telefon, adsl
Hiçbiri girmedi otomatik ödemeye
Hepsinde bir ibnelik çıktı
Elle yatırmak zorunda kaldım her birini
Bunun neresi otomatik amına koyayım dedim
Korktu bankacı kadın
Bu bankayı yakarım lan diye haykıracaktım tam
Güvenlik görevlisini gördüm
Silahı vardı
Götüm yemedi olay çıkarmaya
Kusuruma bakmayın dedim
Bu sıralar gerginim biraz
Kirayı da yatırmayı unutmuşum
Şöyle hepsi otomatik olsaydı keşke, meşgul bir insanım ben
O kadar meşguldum ki pijamayla gidiyordum bankaya
Haklısınız beyfendi dedi kadın
Bireysel bankacılıkta olduğum için adam muamelesi yapıyorlar
Evet, yanlış duymadın, benim adıma banka hesabı var
Ailemin parası gerçi, kıyıda köşede biriktirdikleri
Dediler tüm gün evde manda gibi oturuyorsun bari bir işe yara
Herşeyi üstüme yaptılar, faturasıdır, faizidir, cartı curtu
Bankaya gidiyorum, hiç sıraya girmeden dalıyorum bireysele
İki saattir bekleyen müşteriler deliriyor
Ben de onlardandım birkaç ay öncesine kadar
Piç gibi gişe numarası bekliyorduk
Artık öyle değil
Senden göremediğim sevgiyi şefkati Finansbank'da buldum
Mesaj atıyorlar hergün
MSN’imi versem peşimi hiç bırakmayacak ibneler
Dün telefonum çaldı
Ev sahibiydi arayan
Ya Bengisu benim kira yatmamış sanırım dedi
Yine unutmuşum netten yatırım şimdi dedim
Peki, para yoksa sonra da yatırabilirsin sorun olmaz dedi
Yok ya para değil sorun dedim
Sessizlik oldu
Kirayı unuttum ama O’nu unutamadım abi dedim
Ev sahibinin beynini siktim yarım saat
Aynı zamanda senin kulaklarını
Eminim çınlamaktan duymaz hale gelmişlerdir artık
Efkarlandım çok fena
Gittim Kavacık Şampiyon’a
Denizlideki kadar güzel yapamıyor gerçi
Ama yine de iyi diğerlerine kıyasla
Usta bi yarım acılı dedim
Son anda aklıma geldi
Aman kekik olmasın içinde diye ekledim
Getirdiler kokoreçimi
Şalgam kalmamış, ayran içtim
Aklıma sen geldin
Çok şey kaçırıyordun
Hadi ben tipsizdim de
Kokoreçin günahı neydi
Yedim yarımı
Tam dışarı adım attım ki yanımda bitti çırak
Abi nereye gidiyorsun diye sordu
Bir ışık gördüm gözünde
Bir heyecan, bir arzu
Gaza geldim aşkım
Açıldım çocuğa
“Sevenlerin kavuştuğu, ayrılanların ağlamadığı, güneşin hiç batmadığı bir yere” dedim
Tamam git de önce hesabı öde dedi
Ya kusura bakma dedim
Bu aralar kafam dağınık biraz