30 Ocak 2009 Cuma

Bu Site (Umarım) En Kısa Sürede Kendini İmha Edecektir

Evet sevgili okurlar yanlış okumadınız; Maksat İçimde Kalmasın'ın blogsal mevcudiyetinin sona ermesine sayılı günler kaldı. Sayılı günler demişken hep merak etmişimdir neden kısa bir sir zaman zarfına “Sayılı Günler” denildiğini. Mesela 308 yıl sonrası 112420 güne tekabül etmekte. 10 oldukça doğal bir sayıyken 112420 irrasyonel bir sayı mıdır? Nedir 112420'nin suçu sorarım size.

Hayatımın gün geçtikçe daha da şekillenmesi üzerine bir şeyin farkına vardım sevgili okurlar. Bence bir insan en iyi olduğu alanda uzmanlaşmalı. Hani bazı insanlar vardır, her boku bildiğini sanan, hiçbir alaka sahibi olmadığı alanlarda bile kulaktan dolma iki gram bilgisini hayalgücüyle harmanlayıp ahkam kesen insanlar. Kendilerine imkan verilse her alanda başarılı olabileceklerini iddia etmelerine rağmen bugüne kadar bırakın bir baltaya sap olmayı, bir sike taşak olamamış zavallılar.

İşte böyle dangalak birisi olmamak için kendimi en iyi olduğum, en çok haz aldığım alanda geliştirmek istiyorum. Hayatım boyunca hiçbir zaman iyi bir öğrenci olmadım fakat okulu siklememenin verdiği rahatlıktan sanırım hem lise hem de üniversite giriş sınavlarında oldukça başarılı sonuçlar aldım. Ama gerek lisede gerekse üniversitede hiçbir zaman kendimi başarılı ve mutlu hissetmedim sevgili okurlar. Benden istenilenleri asla kabul etmedim. Kendimi o kurumlara “ait” hissetmedim.

Sınıfımdaki inekleri gözlemledim, ”Götverme” dersi olsa bir saniye bile düşünmeden domalacak insanlarla yıllarca aynı sınıfı paylaştım, onlardaki arzuyu, isteği, çalışkanlığı, bağlılığı, azmi bir türlü kendimde bulamadım. Çünkü hayalimdeki meslek ne çevirmenlik ne de öğretmenlik. Hiçbir üniversitenin vereceği diplomayla girilebilecek bir iş değil bu. . .

Lisedeyken arkadaşlarla film çekerdik. Bunların büyük çoğunluğunda senarist ve yönetmen bendim. Bunun başlıca sebepleri en saçma fikirleri benim bulmam, okulla zerre alakam olmadığı için birşeyler üretecek boş vakte sahip olmam ve en önemlisi yaratıcılığımdı.

Hani eve misafirler gelir, hep aynı lafı söylerler “Ne yakışıklı / güzel oldu bu oğlan / kız”. Kötü bir niyetleri yoktur, farkındalardır ki ergenlikte bir çocuğun duymak istediği yegane şeylerdir bunlar. Ama sizlere karşı dürüst oluyorum hiçbir zaman bu laflar karşısında bir gönül kıpırdanması, bir mutluluk titreşmesi, bir saadet zinciri halkalığı yaşamadım sevgili okurlar. Çünkü bunların asılsız iddialardan ibaret olduğu apaçık ortadaydı. Hatta bir keresinde misafirlerden biri olayı abartıp bana kur yapma noktasına gelmişti, kendimi odama zor attım, o derece.

Ama ne zaman ki birisi bana zeki ya da yaratıcı olduğumu söyler, ya da yaptığım esprilere içtenlikle gülerse, işte o zaman iltifat yerine ulaşmış olur. Çünkü sivrilmek istediğim alanlardır bunlar.

Birkaç paragraf önce lisede çektiğimiz filmlerden bahsetmiştim. Pek bir sanatsal değeri olmasa da çok eğlenmiştik çekim sırasında. O zamanlar Movie Maker kullanmayı bilen tek kişi ben olduğum için montajı da üstleniyordum. Oyuncu azlığından dolayı pek istekli olmadan rol de almıştım. Burada bir itirafta bulunacağım eğer imkanım olsa kendimin bulunduğu bütün sahneleri kesip atardım filmlerden ama senaryo bölüneceği için böyle bir şey yapamadım. Çünkü acaba kameranın mikrofonundan mıdır bilmiyorum, sesim bozuk radyo frekansından gelen başarısız bir DJ gibi çıkıyordu o filmlerde, tip desen zaten her zaman kayık ezelden beri farkındayım. Laf aramızda oyunculuk yeteneğim de sıfırdır, o filmleri izlerken mutluluğun yanında bir de hüzün kaplar içimi, acaba dışarıdan neden bu kadar moloz gözüküyorum diye.

Çok hızlı konuşuyordum, R söyleme özürlüydüm, dediklerimden bir sikim anlamak için aynı sahneyi en az 29 kez izlemek gerekliydi. Gülüyor muyum, sinirli miyim, mimiklerim beni yarıyolda bırakıyordu her defasında. Kamerayı yeni tanışılan güzel, popüler, ulaşılması güç fakat sürekli arzulanan bir kız yerine koyuyor, ona 100 metre yaklaştığımda elim ayağım birbirine dolanıyor, kelimelerin yarısı beynimden ağzıma gelene kadar dökülüyor, kaşlarım ise her zamankinden daha da kalın gözüküyordu.

İster ezik diyin ister asosyal, kendimi güvende hissettiğim, performansımın zirve yaptığı, potansiyelimi sonuna kadar kullandığım iki yer vardır. Birincisi dostlarımın yanı ikincisi ise A4 kağıdı. Parmaklarım dudaklarımla kıyaslandığında çok daha etkili, üstelik herhangi bir acelem de yok, birşeyi yanlış yazdığımda düzeltebiliyor, bir yandan sevdiğim müziklerle kulaklarıma ziyafet çektirirken diğer yandan siz sevgili okurlarıma sesleniyorum.

Buraya kadar okuyanlar “Eee madem bu kadar çok seviyorsun, neden blogu kapatacaksın amınoğlu” diye sorabilir. Hatta sormayanları dikkatsizlikle suçlarım. Hemen cevabı vereyim sevgili okurlar ben yazarlığı profesyonel olarak düşünüyorum. İlk adım olarak noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakmaya başladım.

Bu blogu açtığımdan beri aklımdydı aslında ama artık her zamankinden daha da yatıyor kafama. Bugüne kadar 14,5 yılımı çalan okulda minimum 3,5 yıl daha geçirsem ne değişecek ki? Planlarımda 25'inde mezun olmak, 26'sında askerliği bitirmek, 28'inde evlenmek, 40'ında ortayaş bunalımına girmek 50'ine prostat geçirmek yok sevgili okurlar. Mümkün olan en kısa zamanda bir dergiye girmek, birkaç yıl içinde Türkiye'nin en çok satan mizah dergilerinden birinde köşe sahibi olmak, daha sonra kitap çıkartmak benim hedeflerim.

Yaklaşık bir buçuk ay önce “Bir Eşek Kadar Olamadım” isimli yazımı Uykusuz dergisine götürdüm. Kendileri okumaya mı üşendi, göz gezdirip hoşlarına mı gitmedi, yoksa “Bu çocuk bizi ekmeğimizden eder” diyip yazımı mı yaktılar bilemiyorum. ”Yarın işe başla” tarzı bir cevap beklemiyordum ama hiç olmazsa bir değerlendirmenin e-posta adresime gelmesini beklerdim.

Halbuki beklentilerim yüksekti, amatör köşesinde yayınlanan siktiriboktan anektodları bir şekilde beğendikleri için oraya koyuyorlardı. Benim yazım onlara kıyasla bir başyapıttı, posta kutumu her dakika kontrol ediyordum. Hayallerimde Uykusuz dergisi çalışanlarının yazımı çok beğenip birbirine okuttuğunu, beni gelecek vadeden bir yazar olarak gördüklerini, en kısa zamanda dergiye çağırıp köşe vermeseler bile bir şekilde yönlendireceklerini görüyordum.

Ama her defasında posta kutuma gelen “FW:İsrail Ürünlerini Boykot Et”, ”[MAKSAT İÇİMDE KALMASIN] At Barağı hakkında yeni yorum“ mailleri beni hayal kırıklığında uğrattı. Geçen gün yine gittim -bu sefer “Bağlanma Hayata” ile-, yazarlar arasında en büyük ilham kaynağım olan Umut Sarıkaya'ya bir buçuk ay önce getirdiğim yazıyı okuyup okumadığını sordum, yazılara genelde kendisinin bakmadığını söyledi. Birazcık ısrarlı bir şekilde yazımı okumasını istedim kendisinden, açıkçası fazla umutlu değilim ama herhangi bir yorumu bile benim için inanılmaz değerli olacaktır.

Bugün itibariyle diğer dergilere de başvurmaya karar verdim. İlk iş olarak internetten Penguen'in telefon numarasını buldum. Sekreter bir hanım açtı, amatör günü olup olmadığını sordum ve kendisi “Var ama bitmek üzere” dedi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm, aylardır ertelediğim için Türkiye'nin en çok satan mizah dergilerinden birine girme şansını kaybetmek üzeredeydim.

Ama bu travmam sadece birkaç saniye sürdü zira amatör günü Cumaları 16:00-18:00 arası yapılıyormuş ben de bugün -30 Ocak 2009 Cuma- 17:30 sularında dergiyi aramıştım. Sekreter bugünkü amatör gününün bitmekte olduğunu kastetmiş meğer -Gerizekalı televizyon izleyicileri için yapılan gereksiz açıklama diyalogu tadında oldu son cümle-.

Haftaya Penguen'e gideceğim, siz sevgili okurlarımdan bir isteğim var lütfen en beğendiğiniz yazımı bana iletin, sonuçta bir CV niteliğinde olacak bu. Şahsen kendimi aştığım, sanatımın amına koyduğum yazı “Bir Eşek Kadar Olamadım”dır, fakat uzunluğu ve tam olarak tarzımı yansıtmaması sebebiyle pek de iyi bir örnek sayılmaz. Önerilerinizi bekliyorum.

Hani yazının başında bir takım insanlardan bahsetmiştim, Hıncal Uluç'un yandan yemişleri. İşte o tarz insanlara yazarlık tutkumdan bahsettiğim zaman hep benzer tepkileri verdiler. ”Onlar yazılara bakmıyorlar”, “Dergiye girmek için çizmen lazım”,”Herkes yazı yazar”. Sanki yıllardır mizah dergilerinde çalışıyor amına vuram, hayatı boyunca okuduğu dergi sayısı yaptığı şehirlerarası yolculuk miktarıyla eşdeğer olan insanlar bana ahkam kesiyorlar.

Onlara göre yazarlar gökten zembille iniyor, güneş tutulması olduğunda gökyüzünden kimseye çaktırmadan dergilerin ofislerine düşüyor yazarlar. Benim gibi yaya giden adayların hiçbir şansı yok.

Ama onun yerine son derece ham karikatürler çizsem, ilkokul 3 esprileri yapsam, amatör köşesinde yer bulabilirim. Neden çünkü karikatüristlerin gökten inmesine gerek yok. Ben ise yazar olarak ancak kendi götümden inebildiğim için hiçbir şekilde dergilere giremem.

Şimdi sevgili okurlar, mizah dergilerindeki yazılara bakıyorum, büyük çoğunluğu yer doldurmak için yapılmış işler. Ya ben çok salağım ya da yazanlar çok zeki. Ara sıra yüzümde bir tebessüm bırakabiliyor ama genelde bakıldığın mizah dergilerindeki yazılar bir “üvey evlat” muamelesi görmekte. Okurların büyük çoğunluğu da ilgi göstermiyorlar yazılara.

Yanlış anlaşılmasın, Türk mizahının aradığı yeni kanın damarlarımda mevcut olduğunu iddia etmiyorum -henüz-, fakat şu anki şartlar altında kendimi geliştirirsem rahat bir şekilde mizah yazarı olabileceğimi düşünmekteyim.

Tabi işin bir de “diğer” boyutu var. Sevgili dostum Koray Deniz'in dediği gibi: “Futbolda başarılı olmak için sadece sahadaki performansın yetmez, biraz da arkanın olması lazım”. Futbolu çok seviyorum çünkü bir ayna gibi, ülkemizi mükemmel yansıtıyor. Evet çevrem sınırlı, herhangi bir torpil söz konusu değil. Ama kendimi adayarak, boş zamanlarımı okuyarak, sürekli çabalıyarak geçirirsem ancak bir yerlere gelebilirim.

İşin gelecek boyutu da var. Yazar olmak istediğimi belirttiğim insanların neredeyse tamamı “Olm para yok lan o işte, nasıl karnını doyuracaksın” dediler. Hayır öyle bir tepki veriliyor ki sanki normal bir işte çalışsam ayda on milyar kazanacağım ama yazar olmam halinde bırakın para kazanmayı kendi cebimden para vereceğim. Kabul edelim bu ülkede hepimizin götü ekonomi canavarının dişleriyle iç içe, kimin yarın ne olacağı belli değil.

Kaldı ki yazarlık yarı-profesyonel bir meslek. Tüm gün kendimi odama kilitleyip ne yazacağım diye düşünmüyorum. Hatta çoğu yazı, Word belgesi açıldıktan sonra şekilleniyor. Bir yandan çalışırken diğer yandan yazmak hiç de zor değil.

Ve içinizde hala gelecek hayallerimle blogun kendini imha etmesi arasındaki bağlantıyı kuramayanlar var. Herhangi bir bağlantı kuranlar ise büyük ihtimalle sallamışlardır çünkü buraya kadar geldim ama hala blogla alakalı açıklamamı yapmadım.

Birbirinden değerli okurlar, bu blogda 21 adet yazım var. Aldığım yorum sayısı da belli, okuyan sayısı da aşağı yukarı ortada. İlk yazılarımda bir hamlık hissedilse de hepsi içime sinmiş eserler. Eğer ben bir dergide işe başlarsam, bu birikimimi kullanma taraftarıyım. On-onbeş kişi okumuş olabilir ama dergiyi alan binlerce kişiden birkaç yüzünün bu yazılardan mahrum kalmasını istemem.

Biraz paranoyaklık var bende, şimdi ben piyasaya adım attım diyelim, insanlar hemen hastası olacak da aratacaklar Google'dan “Maksat İçimde Kalmasın”ı. Blogumu görüp ileride dergide yayınlama ihtimali son derece yüksek yazıları okuyacaklar. Daha sonra dergide aynı yazıları görünce “Ulan ne pis adammış be, ben hepsimi okudum bunları blogundan” diyecek ve ben de kendimden tiksineceğim sevgili okurlar. İşte bu yüzden bir dergiye girdikten kısa bir süre sonra blogumu kapatmayı düşünüyorum. Tek üzüldüğüm şey birbirinden güzel yorumlarınızın silinecek olması.

Bu arada sizlerden bir ricam var, belirli bir üne kavuşana kadar “Ben” adıyla yazılarımı yayınlamayı planlıyorum, lütfen arkadaşlarınıza “Haa onun blogu vardı eskiden adı Bengisu ama erkek” demeyin. Yazar olmayı istememin bir diğer sebebi de Türkiye'ye Bengisu'nun unisex bir isim olduğunu göstermek.

İşte durum böyle sevgili okurlar, bir yandan hayallerimin, diğer yanda ise canımdan çok sevdiğim, ilk göz ağrısı blogum. Size tavsiyem zaman kaybetmeden okumadığınız yazılara bakmanız. Çünkü belli olmaz belki yarın kapanır blog, belki bu gece yarısı, belki siz bu yazıyı okurken, yorum bile atamazsınız. . .






















…ya da hiç kapanmaz, çevirmen falan olurum.

Bu arada ilgili arkadaşlara belirtmekte fayda var, üst sınıftakilerle konuştum “Götverme”den kalınca bütünlemede ağıza veriyorlarmış. Ona göre çalışın.

8 yorum:

S dedi ki...

bak simdi, ben buraya ilk kez cok buyuk bir ciddiyetle bir yorum yazacagim. ve lutfen ama lutfen bu yorumla dalga gecme. dalga gecersen eger, ileride bir akademisyen, docent, profesor, ne bok olursam olayim, seni bulur, sana ozel bir gotverme dersi acar ve sonra seni o dersten sinifta birakir sonra da agzina..

neyse. ciddi olcam ben.

jack bey ve ben, blog okumayi cok seven 2 insaniz. aramizda da soyle bir oyun oynariz caktirmadan (biz hep oyun oynariz, yillar once hersey bir oyunla baslamisti hatta, ama bundan bahsetmeyecegim simdi) oyunumuz sudur, surekli guzel bloglar kesfetmeye calisir ve bu bloglari kesfedip birbirimize soyledigimiz anlarda da, sanki o blogu biz kesfetmemis de, oradaki yazilari bizzat kendimiz yazmiscasina boburlenir, gurur duyariz.

iste sen, bu blog kesfetme oyununda, benim aldigim en buyuk yenilgisin. gelip de, ogune kadar yazmis oldugun yazilari okudukca ne kadar gulduysem, o kadar sinir olmustum kendime. nasil bu kadar harika bir blogu ben degil de o kesfetti diye..

o gunden beri de, az yazdigindan ne kadar emin olsam da, adeta bir sapik edasiyla, gunde en az 1 kez lan belki de bir sey yazmistir diyerekten buraya geliyorum. bazi gunler 1den fazla oluyor bu ziyaretlerim.

misal bugun. geldim, "at baragi" basligindan baska bir baslik gormeyi umut ettim ve babayi aldim. sonra yaziyi yazdigin tarihe baktim. 23 ocakta yazmissin. dedim ki kendi kendime (farkettim de, kendi kendime cok fazla konusuyorum. ben kesin deliyim galiba:) daha 7 gun olmus lan. en az 2 gun daha beklerim heralde yeni bir yazi icin.

sonra senin bana yorum yazdigini gordum. aha dedim, bi ihtimal, yazmistir birsey, bi bakayim tekrardan. ve tadam. at baragindan baska bir baslik goren bunyem adeta bayram etti.

yayildim sandalyeme -ki bu bir risk. bilgisayar sandalyesi olarak plastik bir sandalye kullanan benim hayvan bunyem ne zaman yayilsa kesin bu sefer sandalye kirilcak korkusu sariyor dort bir yanimi- elime aldim sigarami. cakmagima bakindim, ve basladim okumaya.

bir itirafta bulunmam gerekiyor tam bu noktada. sacma sapan da olsa ben hayatimi ve kendimi yazdigimi dusunuyorum kendi blogumda. ve o blogu duzenli olarak takip eden insanlarin da, bir sekilde hayatima dahil olduklarini ve bana belki de normal hayatimda her gun gorup de rastladigim siradan insanlardan daha yakin geldiklerini dusunuyorum. iste ben, bu insanlar arasinda bir siralama yapcak olursam eger, 1 numaram sen olursun. ciddi anlamda en sevdigim blog yazari sensin cunku. normalde seni tanisam, bu durum nasil olurdu hic bilmiyorum ama, bu sanal blog agimdaki en baba elemanim sensin.

simdi, bu kosullar altinda, benim bu yaziya cok uzulmem, sana cok orcinal kufurler etmem gerekiyor degil mi ? biiip. yanlis cevap dostum!

umarim, en kisa surede bu blog kapanmis olur. ciddi anlamda, buna cok fazla sevinecegim. ve umarim, benim persembe aksamlari ya da metabolizmamin yavasladigi donemlerde cuma sabahlari sicmak icin tuvalete girdigimde, o animi daha guzel yapmasi icin aldigim dergileri beklemek icin daha iyi bir sebebim olur.

benim bir hayalim var. 35 yasinda bir kitap yazmis olacagim. kendime baktigimda, hem en net gordugum, hem de olmasini en cok istedigim sey bu. 35 yasimdayken, benim basilmis bir kitabim olacak.

sana bu konuyla ilgili elestirel yaklasanlara kulak asayim deme sakin. bu yazidaki kararliligini, simdilik onumuzdeki cumaya kadar ve sonrasinda da hayat boyu tasi lutfen. ha o seni elestiren dar goruslu berzolara gelince de, ne zaman onlardan biriyle karsilassan, beni getir aklina. neden mi ? cunku benim kocamaan bir kafam var ve onlara kafam girsin ahah :)

sana bol sans diliyorum. aslinda cok ihtiyacin yok cunku cok objektif bir insan olarak ben, gercekten cok iyi yazdigini dusuyorum ve yakin bir zaman sonra, penguen'de ya da her neredeyse orada senin yazilarini okuyacagimi hissediyorum (ne sandiydin, 3. gozum acik benim) ve bu cok guzel birsey cunku o zaman en fazla 7 gun bekleyecegim :)

simdi, yazilarini tekrar kesfe cikmak ve hangisinin en iyisi olduguna karar vermek uzerime yorumuma burada son veriyorum.

kib, bye. :)

S dedi ki...

batuhan ve gol yemem sorf tabii ki yerim arasinda kaldim ben.

Onur dedi ki...

dahil olduğum anıları yad etmemi sağlaması nedeniyle batuhan ve gol yemem sörf tabi ki yerim diyorum ben de.
bu arada hakkını yeme mert peyndeki deve tuncayın adamı ve de puto madrenin ölen adam cabbarı kült birer efsanedir.
usta yönetmenime saygılar.

Adsız dedi ki...

Her yazının farklı bir albenisi var benim gözümde o yüzden karar vermek zor . Ne kadar kendini yansıtmadığını düşünsen de en iyisi " Bir eşek kadar olamadım " Başarılar kadim dostum BEN

Aslı "TILSIM" Palabıyık dedi ki...

"Bir Eşek Kadar Olamadım" gerçekten bir başyapıt. Ancak bir mizah dergisi çalışanının gözünü korkutacak kadar da uzun. Yerinde olsam, "Bir Eşek Kadar Olamadım"daki yeteneğini ve betimleme sanatını yeni bir yazıya uygulardım.

Önce iltifat. Şu koca blog dünyasında "Gerçekten iyi yazıyor" dediğim nadir yazarlardansın (ya da yazarlardandın demeli, yine de blogunu kapatmanı önermiyorum). Ancak bir iki rahatsız edici husus var. Kullandığın küfürler yazılarında sırıtmasa bile, küfürsüz bir yazıyı tercih ederdim. Bunu küfürlü yazıları sevmediğimden söylemiyorum. Küfürsüz yazılarda küfürlü kelimelerin ve betimlemelerin yerini onun kadar vurucu bir başka betimleme ile doldurmak zorunda kalırsın. Ayrıca bildiğim ve takip ettiğim kadarıyla ne Fırat Budacı, ne de Umut Sarıkaya küfür kullanmıyor yazılarında. En azından küfürü sansürle, birebir yazmaktansa mnskym gibi kaçamaklara başvurabilirsin. Zira hem Penguen hem de Uykusuz büyük bir hatun kısmına da sesleniyor, onları rahatsız etmemeli.

En kısa zamanda Penguen'in ya da Uykusuz'un seni keşfetmesi dileğiyle.

josemarcelosalas dedi ki...

Kardeşim...

Hayallerinin ne derece had safhada seyrettiğini biliyorum. Ve biliyorsun ki çok çok benzer olay da benim başımdan geçiyor. Bu konuyu uzun uzun konuşmuştuk zaten seninle. Ama bilmek zorunda olduğun bişey var ki, bu ülkede yazar veya futbolcu veya vs olabilmek için, kısacası bi bok olabilmek için hafiften gökten zembille inmek gerekiyor. Düşlerini kırmak istemem. Ben iyi biliyorum ki Uykusuz'da veya Penguen'de yazanların bir çoğundan iyi yazabilirsin, bir çoğundan kuvvetlidir kalemin. Ama bak Koray Deniz çok doğru söylemiş işte;

'Arkan var mı?'

...

En baba yazı için 'bir eşek kadar olamadım' diyorum. Plase olarak da ilk yazdığın yazı vardı ya, 'yiyebildiğin kadar ye', o işte.

Sakın ümidini kaybetme yine de... Sanıyorum ki sen bazı tabuları yıkacaksın. O temiz kalbinle ve lanet olası yaratıcılığınla...

Adsız dedi ki...

Hem üzüldüm hem sevindim aslında..
senin blogunu arkadaşlarıma okutup işte bunları yazan benim arkadaşım diye gururlanması çok güzel oluodu :D
Ama geleceğin parlak biliyorum, aynı şeyi dergide yazılarını görünce yapıcam artık :)
Bütün yazılarının ayrı bi değeri var bende... ama kendime en yakın bulduğum "batuhan"... nedenini de sen biliosun :)
Şans seninle olsun, napıyor olursan ol ben hep yanında olucam ;)

S dedi ki...

yarin buyuk gun :D