12 Temmuz 2009 Pazar

Kaleye Geç

-Evet kanka, tıpkısının aynısı!
-Olm saçmalamayın lan, kafadan darbe mi aldınız?
-İlla çıkıntılık yapacaksın ha. Hadi gel sokaktan geçen birine soralım. Şu adam bilir bak.
-Lan dur! Tüm mahalleye rezil edeceksin bizi.
-Şuna tırstım demiyor da...
-Tırstığım tek şey sizin gibi gerizekalılarla muhatap olduğumu kamuoyunun duyması.

Arkadaşlarla sinemanın önündeyiz. Boktan bir sinema. Yazın gelmesiyle vatandaşı söğüşlemeye çalışan şirketlerden. Neymiş efendim, yazlık sinemasıymış, klasik filmler gösteriliyormuş, kaçıranlar ya da yeniden seyretmek isteyenler içinmiş. Şuna önceden parasını verdiğimiz filmi yeniden gösteriyoruz, halkı da ayakta sikiyoruz desinler delikanlı gibi, başımın üstünde yerleri var. Bu haftaki “nostaljik” filmleri Geroge Clooney’in başrolünde oynadığı Avukat. Filmin afişinde sadece George Clooney var ve arkadaşlarım afişteki adamın Abdullah Gül’e benzediğini iddia ediyor.

-Bıyığını kessin aynı Corç Gıloney.
-Kıluni.
-Her ne haltsa.

Tartışma ne zaman hırlandı bilmiyorum ama şu an Vatan, Millet, Sakarya modunda düşüncelerimizi savunuyoruz. Boşluk böyle bir şey işte, incir çekirdeğini doldurmayacak mevzular insana ölüm kalım meselesi gibi geliyor.

-Beyler yapmayın, göz var nizam var.
-Aslında Bengisu haklı.
-Allahım şükürler olsun Yarabbim!
-Abdullah Gül daha genç gösteriyor.
-Şükür duamı geri alıyorum.
-Katılıyorum hacı, baksana çökmüş adam.
-!?!?!?!?!?!?!
-Abdullah Gül kendine iyi bakmış belli. Corç Kuğuney bitmiş olm.
-Lütfen ironi yaptığınızı söyleyin.
-İroni ne demek lan?

İroninin anlamı açıklayarak ve bir Hollywood aktörünün -özellikle yakışıklılığıyla ünlü- nasıl Çankaya Noterinden daha yaşlı gösterdiğini irdeleyerek zamanımı harcama niyetinde değilim. Tam o sırada Gürcan dalıyor aramıza. Sevgili okurlar, bu Gürcan öyle ibne öyle puşt bir adamdır ki nefretimi kelimelerle sınırlandırmak istemiyorum. “Naber gençlik" diyor her zamanki yavşaklığıyla. Hem o anki gerginliğim hem de Gürcan’a uzun süredir beslediğim garezle kendisine annesiyle seks yapmak istediğimi, aslında annesine karşı cinsel bir istek beslemediğimi, zaten düzenli bir seks hayatımın olduğunu, olmasa bile annesini iğrenç bulduğumu, normal şartlarda bin tane sikim olsa birini bile annesine vermeyeceğimi, asıl amacımın kendisine hayatı boyunca unutamayacağı bir travma yaşatmak ve mahalle esnafına “Gürcan koş ananı sikiyorlar” dedirterek yıllarca kahkahalarla güleceğimiz bir enstantane yaratmak olduğunu yalnızca iki kelimeye sığdırarak anlatıyorum.

Bakın, ağzımız bozuk fakat annelere saygımız sonsuz. Hiçbir gönül insanı -özellikle de ben- sebepsiz yere anneye sövmez ve inanın sevgili okurlar eğer hayatımda bir kez ana avrat düz gitme hakkım olsaydı, şu an kullanırdım. Neden peki? Dokuz ay karnında taşıdığı, yemeyip yedirdiği, içmeyip içirdiği, en güzel okullarda okuttuğu, vatana millete hayırlı olsun diye hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı evladı büyüyüp adam yerine denyo olmuş bu zavallı kadınla alıp veremediğim neydi? Gürcan’ın annesini tanımam etmem, kişisel bir mesele değil zaten, hepsi Gürcan itinin yüzünden. Size biraz Gürcan’dan bahsedeyim. Bu göt lalesi 28 yaşında olmasına rağmen bizim gibi yaşının onlar hanesi henüz 2 değerine ulaşmış, bazılarının ise birkaç ay sonra ulaşacak gençlerle takılır. Çünkü yaşıtları onu kaale bile almaz, bizimkiler de yaşça büyük ve arabası var diye adam sanırlar ama hırtonun önde gidenidir. Aramızdaki sekiz yaşlık farka rağmen bir kere bile abi demişliğim yoktur Gürcan’a. Sadece bizim gibilere musallat olsa iyi, gider liseli kız ayarlar kendine, bizden bile ufak körpecik kız çocukları. İnsanın azıcık kendine saygısı olur lan, Gürcan’ın memeli sınıfında olduğundan emin olsam da hangi türe girdiğini henüz çözebilmiş değilim. Zavallı kızcağızlar, henüz bazı şeylerin farkına varmamış, yaşlarının getirdiği kimlik bunalımı, mahalle baskısı, ÖSS stresi, adet kanamalarıyla uğraşırken bir de halk arasında “Gürcan” dediğimiz büyükbaş hayvanla muhatap olmak zorunda kalıyorlar. Çıktığı kızlara insan değil eşya gibi davranır kıro. Ha sevgili ha gömlek, fark yapmaz bizim Gürcan’a. Kanıt mı istiyorsunuz? Cep telefonuna bakın. “Bensum, “Senam”, “Mehtabım” özel isimlerde ünsüz yumuşaması olmayacağını da bilmez mal. Bir ara Gülüm adında bir kızla takılıyordu, kesin “Gülümüm” diye kaydetmiştir, yarrak kafalı.

Yoksa bu yüzden mi? Gürcan av alanıma izinsiz giriyor, hedef kitlemdeki kızları elimden alıyor, ben de sinirlenip 50 yaşında bir kadının arkasından ileri geri konuşuyorum. Hayır sevgili okurlar hayır, böyle basit şeylerden ötürü kimsenin annesine küfredemem, ailemin verdiği terbiyeye aykırı. Size biraz daha Gürcan’dan bahsedeyim. Gürcan’ı sürekli terslesem de bana iyi davanır, sırf çıkarları için. Çünkü bilir ki hayatı boyunca karşılacağı en nitelikli insan benim, düşünün o derece boş biri Gürcan. Sürekli dilek kipi kullanır: “Hocam bizim perdeleri taksana, benim boy yetmiyor”, “Hocam bana internetten nasıl maç izleniyor anlatsana”, “Hocam benim saati bir saat geriye alsana”, “Hocam şu cümleyi İngilizceye çevirsene, Facebook’a ileti yapacağım da”. Ağına düşürdüğü kızlara ilişkilerinin ilk ayında “Aşk Doktoru” Mehmet Coşkundeniz’in kitaplarından kopyala yapıştır mesajlar atar, romantik şövalye imajı bırakmaya çalışır. Elindeki malzeme bitince soluğu yanımda alır, “Yazar adamsın sen moruk, güzel bir mesaj ayarlasan kardeşine”. Bir, moruk sensin Gürcan. İki, seni hayatına sokan kız benim yazdıklarımı anlayacak kapasitede değildir. Üç, Mehmet Coşkundeniz kitabındaki cümlelere tav olan zihniyete kafam girsin. Bizim grupta kendisini sevmeyen tek kişi olmama rağmen hep bana yaranma gayesindedir. Bu yapay ilgi sinirlerimi alt üst eder. Arkadaşlarım kız olsa anında Gürcan’a verecekken pek sallamaz onları, varsa yoksa benim kafamı şişirir. Başımdan savarım, küfrederim, aşağılarım, mesajlarına cevap vermem yine de bırakmaz peşimi. Bu kadar da yancı bir adamdır Gürcan. “Buldum! Yazar kendini kullanılmış hissettiği, Gürcan’ı samimi bulmadığı için küfrediyor, amma zeki adamım lan” dediğinizi duyar gibiyim ama yine yanıldınız sevgili okurlar. Burada bir anneden sözediyoruz, lütfen biraz daha duyarlı olun.

Hayır Gürcan’ın bana borcu yok. Cıks, karı kız meselesi de değil. Ne?! Gürcan ve annem mi, tövbe tövbe. Sizden hayır geleceği yok, iş başa düştü yine. Kasedi biraz geri sarıyorum, geçen hafta halı saha maçı düzenledik, bu tür organizasyonları ayarlayan, maç için gerekli sayıda adam bulan genelde ben olurum. Tecrübelerimden çıkardığım dersle her maç için bir yedek eleman tutarım, sıkça karşılaşılan satış ihtimaline karşı. Ama bu sefer iki fire vermiştik, yedeği sahaya sürmemize rağmen rakip takımın bir oyuncusu eksikti. İlkokuldan arkadaşım Recep’i arayacaktım tam ama Recep’in Tsubasa’dan pek de farkı olmadığı aklıma geldi son anda. Bizim takıma adam lazım olsa arayacağım ilk adam Recep’dir fakat gücümü kötü emellere alet edip ayağının ayarı olmayan Gürcan’ı aramaya karar verdim. Gürcan kabiliyet düşmanı olmasına rağmen sürekli yüksek teknik gerektiren mevkilerde dolanan, yaptığı top kayıpları ve uzaktan çektiği gereksiz şutlarla saç baş yolduran halı saha oyuncularından biridir. Madem molozsun, diğer molozlar gibi defansif oyna, pres mres yap. Hayır olmaz, kaleciyken bile çalıma gider puşt. İki ayda bir 100 kontör alırım, her ay “Her Yöne 500 SMS” kampanyasından faydalanmak için 39’ar kontörüm gider. 39x2=78, 100-78=22. Yani iki ay içinde konuşabilmek için 22 kontorum vardır. O kıymetli kontorlerimi de Gürcan’ın borazan sesini duymak için harcayamam kimse kusuruma bakmasın. Mesaj attım onun yerine, nasılsa beleş, cevap gelmedi. Rehberime bakınca sebebini anladım, tam altı adet Gürcan kayıtlıydı listemde: Gürcan, GürcanTCELL, GürcanVodafon, Gürcan YENİ HAT , Gürcannnn ve Sübyancı. Biricik kontorlerimi harcama zamanı gelmişti, aksi takdirde halısahaya vereceğimiz para yalan olacak, daha da önemlisi milletin mızmızlanması asabımı bozacaktı. İnsanoğlu böyledir sevgili okurlar, bugün yardım için elini uzatırsın öteki gün sikmek için götünü ister. Kimse gelip “Abi çok sağol, herkesi çağırdın, ne güzel maç yaptık, aslansın, kaplansın” demez. Yok bizim takımda adam eksikti, karşı takım güçlüydü, halı saha dandik, topun havası inik, falan filan diyerek kafa sikmesini bilirler anca. Neyse, kaldığımız yerden devam edelim. İlkin en dikkat çekici isme sahip “Sübyancı”yı aradım, kapsama alanı dışında ya da telefonun kapalı olduğunu söyledi seksi sesli bayan. Sonra diğerlerini, operatöre göre değişen üç farklı ses sürekli dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyordu. “Gürcan YENİ HAT” açıldı ama telefondaki başkasıydı, kuzeni miymiş neymiş, Gürcan’dan almış hattı, altı aydır o kullanıyormuş. Bu numaranın yeni hat diye kayıtlı olması yüzümde hafif bir tebessüm bırakabilecek bir detay, ama ince esprileri takdir edecek ruh halinde değildim hiç. Altı farklı numarası olan adama ulaşamıyorduk, şaka gibi. Maç saati geldi çattı, herkes huysuzlanıyordu ve organizatör olarak bir numaralı sorumlu bendim. Kaderime razı olup Recep’i arayacakken onu gördüm, halı sahada fütursuzca dolaşan çocuk. Ne zaman gelsek buradadır o eleman, silik bir tipi, kısa boyu, azıcık da mal bir suratı vardır. Tam aradığım adaydı, kendisine durumu izah edip maç teklif ettim. Bizi kırmayıp kabul etti sağolsun.

Nereden bilebilirdim o vatandaşın Lionel Messi’nin uzaktan akrabası olduğunu? Akıllara zarar top oynadı, öyle böyle değil. Büyük ihtimalle doğduktan birkaç gün sonra ailesi tarafından halı saha avlusuna bırakılmış, benim teorim bu. Sürüyle bacakarası attı, aynı adamı aynı pozisyonda üç kez geçti, hırsını alamadı yeniden geçti, aşırtma goller, “Zidane”vari 360 derecelik dönüşler, rövaşata bile çekti ama direkten döndü. Bir an direkten dönen topa yeniden rövaşata çekecek ve bunu peşpeşe 4-5 kez yapacak sandım ama Allahtan hayat bir anime değil. Güç dengesinin bulunmadığı her halı saha maçında olduğu üzere ezilen takım oyun disiplininden koptu. Total futbol anlayışını benimseyip sahaya 2-2-1 dizilişiyle çıkan takımımız, çakma Messi’yi defans yaparak durduramayacaklarını anlayınca ve topu ayağından almaya çalışırken sürekli şamaroğlanı pozisyonuna düşmekten bıkınca kolektif yapısından uzaklaşıp 0-1-4’e geçti. Bizim takımdaki herkes gol atmak için rakip ceza sahasında bekliyor, altıpastan topu auta atınca karşı takım her atakta beni üçe bir yakalıyordu. Kalede dursan kedinin fareyle oynadığı gibi bir sağa bir sola koştururlar, açılırsan yanındakine pas verir boş kaleye gol atarlar, napacağını bilemezsin. Allah düşmanımın başına vermesin -tamam belki Gürcan’a verebilir-, hayatımın en zorlu dakikalarını geçirdim ve 43-11 yenildik. Maç bitip soyunma odasına geçtiğimizde sessizlik hakimdi, ölüm sessizliği. Normalde halı saha maçlarından sonra muhabbet hırla döner, bedava çay içilir, gönüller hoş olur, ama bu seferki öyle değildi. Kazananlar bile sevinemiyordu, hepsi bilmemkaç yıllık arkadaşlarının kendi ceza sahasında defalarca aşağılanmasına tanıklık etmiş, fakat engellemek için hiçbir şey yapamamıştı. Bir bahane uydurup üstümü değiştirir değiştirmez eve döndüm. İşte o dönüş yolunda intikam için Gürcan’ın annesiyle ilgili fanteziler kurmaya başladım. Bir gecede tam 43 posta atacaktım, daha aşağısı kesmezdi.

Sinemaya dönelim, Gürcan’a hikayeyi anlattım, zaten anasına küfrettik daha da kırılmasın diye kendisini kazma olduğu için çağırmaya çalıştığım detayına girmedim, ne kadar da yufka yürekliyim. “Nerdeydin lan nerdeydin, kırk yılın başı işimiz düştü söyle nerdeydin adi herif”. Ellerim titriyor, o maçtan beri ilk defa futbol mevzusu açıldığındandır büyük ihtimal. Dört gündür bırakın maç özetlerini bağrışmalı futbol tartışma programı bile izleyemiyorum. Yuvarlak her nesne o lanet günü hatırlatıyor, evdeki halı bile gözyaşlarına boğulmama sebebiyet veriyor. Geceleri gözüme uyku girmiyor, yatmadan önce 43 fırça darbesi. Özellikle bir sahne hiç aklımdan çıkmıyor. Yanlış hatırlamıyorsam 23-6 gerideyiz. 23 gol yediğimden eminim de 6 gol attığımıza dair şüphelerim var, o rakam 4 de olabilir. Rakip takımın kalecisi eliyle topu oyuna soktu, halı sahada bulduğumuz elemanın koşu yoluna -başkasına pas verse şaşarım zaten-. Ben de yarı sahamızdaki tek oyuncu olduğumdan yaklaşık 20-30 metre açıldım. Tam topa müdahele edecekken ince bir bilek hareketiyle beni tabiri caizse “çarşıya gönderdi” gizemli futbol virtüözü. Kaleye doğru topu sürdü, kimse yoktu önünde, kale de doğal olarak boştu. O an neden profesyonel futbolda ofsayt kuralının geçerli olduğunu anladım, ama ne yazık ki imdadıma yetişecek bir yardımcı hakem yoktu halı sahada. Acımasız forvet kale çizgisinde durdu, “Hadi gel, al topu” dedi. Şimdi tanımıyorum elemanı arkası falan sağlamdır, başım belaya girmesin diye küfredemedim, “Abi ayıp yaaaaa” demekle yetindim. Topu kale çizgisine sağ ayağıyla sabitlemiş beni bekliyordu. Değişiklik için saha kenarına giden futbolcu rehavetiyle kaleye doğru yavaş adımlarla ilerledim, hala bekliyordu. Tam eğilip topu tutacakken topun yerle temasını kesmeden sürterek kalenin içine soktu -o topa sağ ayağı yerine eğilip kafasıyla vursa maç çıkışı intihar ederdim- ve Filippo Inzaghi tarzı gereksiz yere abartılı gol sevincini şeytani bir kakhahayla süsledi “Nihahahaha”. Sahadaki diğer herkes empati yapıp ne kadar utandığımın farkına vardığından ona uymadılar, rakip takımdan teselli edenler bile oldu. 20 Kasım 2005 Fenerbahçe - Schalke maçında ayağına yavaşça gelen topu ıskalayarak gol yiyen Volkan Demirel bile bu kadar küçük duruma düşmemiştir. O ana dair her detay aklıma kazınmış durumda; topun yavaş çekimde milim milim çizginin gerisine gidişi, gözümü alan dandik halı saha ışıklandırması, esrarengiz topçunun giydiği LİG marka krampon, yerdeyken ağzıma gelen yapay çim tadı, burnumun derinliklerine işleyen terli ayak, fosilleşmiş eldiven ve terbezlerimin salgıladığı utanç kokusu... Hakkın rahmetine kavuşmuş gururumun otopsi raporunda “43 yerinden bıçaklanmış” yazıyor. 20 değil, 30 değil, 2472894 hiç değil, tam 43 gol, 60 dakikada 43 gol. Ve bir o kadar da kaçırdılar, kimini çıkardım, kimini insanlık hali dışarı attılar, kimini ise fantastik gol vuruşları uğruna ziyan ettiler. Tek pas atıp kaleciyle karşı karşıya kalınca çok rahat ulaşılabilecek istatistikler bunlar. Ve bizim takım 4 forvetle -zaten takım altı kişilik- maç boyunca 11 gol bulabildi.

Aşk acısı peşinizi bırakmıyor mu? Kaleye geç.
Toplum -özellikle aileniz- sizi anlamıyor mu? Kaleye geç.
Hayattan ve hayata dair her türlü detaydan bıktınız mı mı? Kaleye geç
Şu basurdan çektiğim kadar hayatımda başka hiçbir şeyden çekmedim mi diyorsunuz? Kaleye geç.

43 gol yemenize de gerek yok. Sadece o 24. gol bile bugüne kadar çile diye çektiklerinizi cımbız darbesine eşdeğer olduğunu anlamanıza yeter. Bir pozisyonda 10 yıl olgunlaşırsınız. Tek yapmanız gereken benzer bir maçta kaleye geçmek. Eğer ürünümüzden memnun kalmazsanız 14 gün içinde paranızı geri alabilirsiniz.

Yeniden sinemaya dönelim, kan kusuyorum. Gürcan karaktersizlik örneği sergileyip salak ayağına yatsa da herşeyin farkında. Hayatındaki en önemli varlığa küfrediyorum ve hala “İlahi hocam, alem adamsın” diye pis pis sırıtıyor lavuk. Eğer 237 adet hattı olmasa bunların hiçbiri yaşanmayacaktı, o da biliyor. Gürcan kadar gereksiz adam zor bulunur ama eminim hepinizin etrafında Gürcan gibi gereksiz hat sarfiyatı yapan insanlar mevcuttur. Rehberde numara kirliliği yaptığı yetmiyormuş gibi bir de telekomünikasyonun belki de en önemli ilkesi olan aranan kişiye anında ulaşmak böyle densizler yüzünden sekteye uğruyor. “Olm koleksiyon mu yapıyorsun, bir hat neyine yetmiyor lan amcık” diye haykırıyorum. Sebebini anlatıyor, kızlar yüzündenmiş. Eski kız arkadaşı arasa kalp krizi geçirecek sanki sübyancı pezevenk. Prezervatif gibi işi biter bitmez çöpe atıyor kızları SİM kartıyla beraber. İşin boktan tarafı rehberimdeki altı numaradan hiçbirini Gürcan şu an kullanmıyor. Yedinci bir Gürcan ekliyorum listeme, Gürcan43. “Haydi gel arabayla gezelim” diyor, kabul etmiyorum ama arkadaşların ısrarını kıramıyorum. Günlerdir evden çıkmıyorum zaten, hiç olmazsa tek başıma değil de insan içinde sıkılayım daha iyi. Gürcan için araba bir araç değil amaçtır, belirli bir yere ulaşmak için değil zaman geçsin diye araba kullanır. “Bok atmayı biliyorsun ama geziyorsun çocuğun arabasında” demeyin lütfen, ben kötü arkadaş kurbanıyım. Ön koltuktayım, çocuklar arkaya dizilmiş. “Gürcan abi bu araba kaç basıyor“, “Gürcan abi 50 Cent aç”, “Gürcan abi drift yap”. Hay Gürcan abi siksin sizi. Saatlerimizin 15:43’ü gösterdiğini söylüyor yayık sesli DJ. Gürcan bana bakıyor, “Boşver hacı, alt tarafı maç” diyor. Bir maçtan çok daha fazlasıydı yaşananlar. Uzun betimlemelerle, üç noktayla biten cümlelerle, cümle sonu derin iç çekişlerle, pencereden dışarı boş boş bakarak karizma yapma çabalarıyla içimi alev alev yakan acıyı anlatabilirim ama Gürcan sığlığındaki birinden hissettiklerimi anlamasını beklemediğim için açıklama yapma gereği duymuyorum. Arka koltuktakiler sürekli “Gürcan abiii” ile başlayan cümleler kuruyor ama Gürcan hiçbirine tepki vermiyor. Gürcan bana “Hocam” ile başlayan cümleler kuruyor, ben de ona tepki vermiyorum. Sanırım Ömer Üründül’ün bloklar arası iletişimsizlik derken kastettiği şey bu. Kimseyi takmıyorum ve sadece pencereden dışarı boş boş bakarak karizma yapmaya çalışıyorum. Arabada sadece 50 Cent konuşuyor, dili de pabuç kadar maşallah. Gürcan gavatı basları sonuna kadar açmış, her bas girdiğinde taşşaklarım titriyor. İnsanlar yoğun bas tonundan ne zevk alıyorsa artık, girdiğim her kötü müzik çalan arabada aynı titremeyle karşılaşıyorum. The Dillinger Escape Plan’ın 43% Burnt diye çok gaz bir şarkısı vardır, çalsa da dinlesek şimdi. Onun yerine 50 Cent’ten Window Shopper’a mahkumuz. Benim ne işim var bu insanlar arasında diye derin düşüncelere dalarken bir şeyin farkına varıyorum, Aslında Gürcan’a haksızlık yapıyorum. Tamam denyonun teki, lavuklukta çığır açtı, et ve kemik israfı ama yine de kötü çocuk değil. Bugüne kadar planlı programlı bir ibneliğini görmedim, yalnızca mallığından çektim o kadar. Halı saha maçına gelmedi diye kimsenin annesine küfredilmez. “O maç farklıydı, bir halı saha dramı değil duygusal tecavüzdü”, yalana bak! Zaten standart halı saha maçlarımız 29-25 gibi fantastik ve bir o kadar da çekişmeli skorlarla bitiyor, yirmi küsür yerine 43 yemişim ne fark yapar? Gören da Gianluigi Buffon sanacak beni. Bazı saftirik okurları kandırabilirim ama kendimi asla! Hepsi bahane bunların. Futbol bazen sadece futboldur ve o maç futbolun spor, dostluk ve kardeşlikten öte olmadığı müsabakalardan birisiydi. Ve ben kötü bir halı saha performansı hakkında psikanaliz yapabilecek kadar boş zamana sahibim. İşin aslı Gürcan gibi olmaktan korkuyorum büyüyünce, ona benzemek istemiyorum. Düşünmesi bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor. Kazık kadar olmuşum ve çoluk çocuğu arabamda gezdiriyorum. Yaşıtlarım evlenmiş ve ben ancak liseli kızları tavlayabiliyorum. Saygı görmek için bir alt nesille takılmak zorundayım. Yılların su gibi akmasına rağmen yerinde saymak, tren kaçtıktan sonra arkasından öküz edasıyla bakmak, altyapıda sona ermiş bir futbol kariyeri, işte Gürcan bunları simgeliyor. Ben içimdeki çocuğu yaşatmak istiyorum, Gürcan ise içindeki dallamayı öldürmüyor. Sonumun öyle olmaması için Gürcan’la arama olabildiğince mesafe koyuyor ve ondan ölesiye tiksiniyorum. Gürcan benim anti-rol modelim. 50 Cent’in lafını arkada oturan beyinsiz bölüyor: “Gürcan abi sence de Abdullah Gül, Corç Güluney’a benzemiyor mu?” Pencereden bakan adam pozunu bozuyorum ve “KILUNİ ULAN” nidasıyla arabanın öbür ucundaki arkadaşıma okkalı bir yumruk sallıyorum ama boyum yetmiyor. Tayfanın büyüğü Gürcan herhangi bir otorite sahibi olmadığından konuyu değiştirerek ortamı sakinleştirmeye çalışıyor. “Ya benim bilgisayar bozulmuş, akşam bize gelip baksana bi hocam”. “Bir şartla Gürcancığım”diyorum. Şartımın ne olduğunu soruyor, “Annen evde mi?”

2 yorum:

S dedi ki...

o diil de.

hayat anime olsa lan keske

Adsız dedi ki...

yazılarınızı çok beğeniyorum.Hepsini okumadan kalkasım gelmiyor pc başından