26 Temmuz 2009 Pazar

Hayır, İşletme Okumuyorum

At/avrat/silah, Metin/Ali/Feyyaz, iyi/kötü/çirkin, 3/4/5 Pisagor üçgeni, MFÖ, Nescafe üçü bir arada... Daha birçok mükemmel üçlü sayabilirim. At/avrat/silah tamamen bana ters bir üçlü olsa da toplumun belirli bir kesmi için hayat felsefesi teşkil etmesini anlayabilirim mesela. Atın yoksa avratlar bakmaz, silahın yoksa atını ve avradını koruyamazsın, avradın yoksa silah ve atla bir takım ihtiyaçlarını gideremezsin. Tamam bazıları at ile giderebilir ama tasvip ettiğim bir yöntem değil.

Yukarıda saydığım üçlülerin ortak noktası birbirlerini tamamlayan olgulardan oluşmaları. Ben de bir üçlünün parçasıyım. Ben, Alp ve Batu. Alp grubun yakışıklısı, eğer yabanileşmediysek Alp’in sayesindedir. Kızlarla aramızdaki yegane köprüdür kendisi. Beni zaten biliyorsunuz, grubun beyniyim. Aslında pek zeki sayılmam ama diğer alanlarda tamamen vasıfsız olduğumdan bana zeki diyorlar. Bir de tayfanın diğer iki üyesinin aksine az buçuk okumuşluğum ve yazmışlığım vardır. Kaldırım filozofu, abaza edebiyatı. Ne kıraathane, ne de Starbucks, iki arada bir deredeki sevgili yazarınız. Batu ise çetenin neşe kaynağı. En bunalım halinizde bile sizi kahkahalara boğabilir Batu, çok matrak çocuktur. Matrak dediysem Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi değil, farkında olmadan espri yapar. Bazen sakarlık, çoğu zaman mallık, istemdışı komedi ustasıdır. Alp olmasa insanlıktan çıkarız, ben olmasam kültür-sanat yoksunu oluruz, Batu olmasa gülmek nedir unuturuz, hepimiz tripodun birer ayağıyız.

Ama Alp son zamanlarda bir garip davranıyor. Bir baraj gölü kadar durgun, henüz sinirlenmemiş Yalçın Küçük kadar sessiz. Tamam hepimizin kötü zamanları olabilir ama benim tanıdığım Alp hiçbir şeyi kafaya takmaz. Rahatlıkla Kaygısızlar ailesinde kendine yer edinebilecek kapasiteye sahiptir. Alp hayatını ( )’a -anladınız siz- adamış bir adamdır. Kendisiyle arkadaşlık edecekseniz şu tarz diyaloglarla alışmanız gerekiyor:

-Selamın aleyküm.
-Aleyküm selam.
-Abi geçen Funda’yla beraber film izliyorduk bizde. Filmin ortasında elini pantolonuma soktu...

Devamını anlatmaya gerek yok. Zaten çok meraklı değilim Alp’in seks maceralarına ama kaçışı yok, illa anlatır. Alp ile buluşmadan önce beynime sistem geri dönüş noktası alırım. Uçkur günlüklerini anlattıktan sonra sistem geri yüklemesi yaparım, böylece hafızamda gereksiz yer kaplanmamış olur. Adam depresyonda olsa bile tek postada düzelir. Yakışıklı çocuk, işini de biliyor, bir elinde cımbız bir elinde ayna çok da sikinde dünya. Ama şu an gün batımındaki bir gölge kadar silik. Onu böyle görmeye hiç alışık değilim ve dürüst olmak gerekirse korkuyorum. Sekse olan düşkünlüğü göz önüne alındığından zührevi bir hastalığa yakalanma ihtimali pek de düşük değil Alp'in. Derdini soruyoruz, yok bir şeyim diyor ağzı, anlat anlat bitmez diyor gözleri. Batu formda olmasına rağmen bırakın gülme krizine girmeyi sırıtmıyor bile, borsa haberlerini sunan zombileşmiş spikerler gibi yorgun mizacı. Zaman herşeyin ilacı diye avutuyoruz kendimizi ama bir hafta geçmesine rağmen Alp’de bir düzelme yok.

Hava gavur amı gibi yanıyor. Suratımdaki ter damlalarına balıklama dalıyor sinekler. Adeta jakuzi keyfi çekiyorlar bedenimde. Kendime tokat ata ata öldürüyorum omurgasız ibneleri, terime sinek kanı bulaşıyor. Tadına bakıyorum, zafer tadı var ter-sinek kanı karışımında, biraz da tuzlu. Batu’yla beraberim, parkın birinde oturuyoruz. Bakkaldan gazete, gazoz aldık. İşe yaramaz haftasonu ekini Batu’ya verdim, asıl gazeteye ben bakıyorum. Asıl gazete de işe yaramaz aslında, ama olsun gündemden kopmamak lazım. Gazeteyi okurken yüksek oktavdan bir hasiktir çekiyorum. Batu ne gördüğümü soruyor, hemen gazeteyi eline tutuşturup gösterdiğim haberi okumasını istiyorum. “Aman Allahım” diyor Batu “İnanmıyorum, Cem Garipoğlu Mars’ta görüntülenmiş”. “Hayır Batu, o değil bir altındaki habere bak” diyorum. Okumaya başlıyor:


HANİ DÜZMEZDİ!

İstanbul Beykoz’da yaşayan Hüseyin Düzmez (53), genç yaştaki oğlanlara tecavüz ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Hüseyin Düzmez’in kurbanlarından A.M.’nin şikayeti üzerine harekete geçen emniyet ekipleri yaptıkları soruşturma sonucu Hüseyin Düzmez’i suçlu buldu. 21 Ağustos’da hakim karşısına çıkacak Hüseyin Düzmez’in 8 ila 22 yıl arasında hapis cezasına çarptırılması bekleniyor.



Batu gülüyor. Komik bir şey mi var diye soruyorum. “Daha nolsun abi, A.M. puhahaha” diyor ve kahkaha tufanına kaldığı yerden devam ediyor. “Mal herif, A.M. dediği Alp Maraz” diyorum. “Eeeee” diyor. “Bizim Alp” diyorum, “Siktir lan taşak geçme” diyor. Ve Alp'in soyadının Naraz olduğunu söylüyor ama istihbarat kaynağı Batu olduğundan pek ciddiye almıyorum. Yani siz olsanız ampülü Ediz Hun'un icat ettiğini zanneden birine güvenebilir miydiniz? Aynen, ben de aklın yolunu seçiyorum. Seslerin yükseldiği, el kol hareketlerinin hafiften coştuğu, eski defterlerin açılıp Batu'nun itinayla göt edildiği bir oturumdan sonra Batu tayfamızdaki hiyerarşiye istemeyerek de olsa boyun eğiyor ve Alp'in soyadı konusunda yanıldığını kabul ediyor.

Fakat yoğun ısrarlarıma rağmen hala Alp'in tecavüze uğradığına inanmıyor, onu işlettiğimi zannediyor. Aslında haksız da sayılmaz zira Batu’nun saftirik kişiliğinden faydalanarak sayısız defa işlettik fakat bu sefer şaka yapmıyorum. “Hayır, hayır. Siz yine beni kandırmaya çalışıyorsunuz, ama yemem artık o numaraları.” Az önce kendime attığım tokatlardan biraz daha şiddetlisini Batu’ya yapıştırıyorum, “Burada kankamız tecavüze uğramış sen hala işletme sanıyorsun”. Gazetedeki resmi gösteriyorum, mozaiklenmiş bir vesikalık, altında “Hüseyin Düzmez tarafından cinsel istismara uğrayan A.M.” yazıyor. Resimdekinin Alp olduğunu iddia ederken 50 metre ileriden yaklaşan Alp’i görüyoruz. Gazeteyi saklıyorum ve Batu’ya az önce okuduğu haberi unutmasını, Alp’e hiçbir şey çaktırmamasını, her zamanki gibi davranmasını tembihliyorum. Batu dert etmemem gerektiğini söylüyor.

Alp yanımıza geliyor. “Naber lan ibne” diyor Batu, ama cümle tam biterken kırdığı potun farkına varıp kafasını eğiyor. 13 saniyelik sessizliğin ardından Batu’ya kısa ama sert bir fırça bakışı atıyorum ve “Nasılsın abi” diyorum Alp’e. Yine midesinden konuşuyor. Oturalım, muhabbet edelim diyorum ama kendisinin bile emin olmadığı bir bahane uyduruyor. Bak gazoz aldık diyorum “Yaaa abiii, benim şey var, şeetmem lazım, şeyden önce” diye geveliyor. Batu “Kancıklık yapma Alp” diyor, Alp’den izin alıp Batuyla başbaşa kalıyorum. “Sen gerizekalı mısın” diyorum, “cidden sende zeka geriliği var”. Abi ya sen demedin mi her zamanki gibi davran diye itiraz ediyor. Aramızda şiddetli bir tartışma patlak veriyor, şiddeti azalır azalmaz Alp’in uzaklaştığını görüyorum. Adımları paytak paytak, ters ilişkiye girdiğine dair bir gösterge daha.

Hemen Batu’yla olağanüstü hal toplantısı yapıyoruz. Son derece hassas bir konu ve nasıl davranmamız gerektiğine dair en ufak bir fikrimiz bile yok. Batu hala inanmıyor, belki de inanmak istemiyor. “Bir erkeğin başına gelebilecek en kötü şey” diyorum, haklı olduğumu söylüyor .“Yani haklısın abi. Şu Hüseyin Düzmez’in tipine bak, yaşlı başlı adam, götündeki kıllar ağırmış. Eli yüzü düzgün biri olsa bi yere kadar”. Hiç gülecek halim yok ama Batu yine de Batuluğunu yapıyor. İzlememiz gereken strateji hakkında derin derin düşünüyoruz. Eğer çok üstüne gidersek onu kendimizden uzaklaştırabiliriz, fakat kayıtsız kalmamız da mümkün değil. Batu olaya inanmamakta ısrarcı, gel benimle diyorum. Bizim eve gidip MSN’e giriyoruz. Alp’in iletisinde “Herşeyin aq” yazıyor. “Bak Batu, bir insan iletisine ‘herşeyin aq’ yazıyorsa ya inanılmaz tırttır ya da dibe vurmuştur. Alp’i çocukluğundan beri tanıyoruz, sence hangi şık akla daha yatkın” dememle Batu ağlamaya başlıyor. Hıçkırarak bir şeyler anlatmaya çalışıyor,sakinleştiriyorum, sarılıyoruz ve her şeyin düzeleceğine dair söz veriyorum. Daha önce Audrey Bitoni’nin ağladığı omuzda şimdi Batu ağlıyor. Birazcık hüzünlendikten sonra asıl mevzuya dönüyorum. “Güçlü olmalıyız Batu, Alp’in bize her zamankinden fazla ihtiyacı var”. Gözyaşlarını siliyor, kendine çeki düzen verip ne yapmamız gerektiğini soruyor. “Bize sadece bir kişi yardım edebilir” diyorum.


Soru: Sayın Hocam, bizim bir arkadaşla ilgili sorumuz. Kendisi gayet yakışıklı, düzenli bir seks hayatı var ve bize söylediğine göre penisi 19 santim. Uzun yıllardır tanırız ve gayet mutlu, hayat dolu bir adamdır. Fakat geçen gün gazetede yaşlı bir adam tarafından tecavüze uğradığını okuduk ve o günden beri morali çok bozuk. Bizim olaydan haberdar olduğumuzu bilmiyor, ama o olduğundan eminiz. Endişelenmeye başladık, acaba kendisini düzeltmek için ne yapmalıyız? RUMUZ: Beykoz Boys_89

Cevap: Ula bir siz eksiktiniz! Adınız Beykoz’un oğlanları, ama ben size diyorum Beykoz’un soytarıları(!) Bugüne kadar binlerce saçma soru aldım ama sen saçması sizinkisi. Kimisi dedi kız arkadaşımla ilişkiye girerken prezervatif yerine deney tüpü kullandım, hamile kalır mı; kimi dedi erkek arkadaşım kulak deliğime boşaldı, kulak zarım delinmiş midir. Hepsine amenna dedik, cevap verdik, maksat halkımıza hizmet olsun dedik ama artık burama kadar geldi. İşiniz gücünüz yok mu evladım sizin, kafayı böyle şeylere neden yoruyorsunuz? Siz kiminle ediyorsunuz alay, işkembeden atmışsınız bir olay, Haydar Hoca kanar mı kolay kolay, dünya gezegen uydusu ay! Hadi yavrum şinanay şinanay, inşaat sahasından geçiyorsun, aman yürürken dikkat et, kafana düşmesin kalay (bir maden çeşidi).


“Bir dakika, Haydar Dümen bizimle dalga mı geçti” diyor Batu. Bazen keşke Batu kadar saf olabilsem diye geçiriyorum içimden. “Yanlış yaptık Batu, hem de çok büyük yanlış. Haydar Dümen kim ki ona güvenerek iş yapıyoruz. Haydar Dümen medyanın şişirdiği bir balon, o ne anlar cinsellikten, psikolojiden, tecavüzden. Adam yazısını yazar, parasına bakar. Kendisinden şifa umup da dalga geçtikleri çok mu umrunda sanki herifin. Alp’in çektiği ısdırabı bilen biri lazım bize, o azabı tatmış biri, Alp'in bulunduğu cehennemden geçmiş biri”

“Benimle görüşmeyi kabul ettiğin için çok teşekkür ederim İpekciğim” diyorum. İpek tanıdığım en güzel kızlardan biri. Aslında ondan daha güzel kızlar tanıyorum ama götleri kalkık olduğundan İpek hepsinden güzel geliyor bana. Telefonda sesimin çok gergin geldiğini söyleyip önemli bir şey olup olmadığını soruyor. Yakın bir arkadaşımın tecavüze uğradığını söylüyorum. Elimi tutuyor, gözbebekleri büyüyor, gözleri sulanıyor ve çok üzüldüğünü söylüyor. Gerçekten hakikatlı kız İpek. Konuşamıyorum, burnumdan derin derin nefes alıyorum sadece. Burnumda sümük biriktiği için “hmmmffsss, hmmmmmfffffssss” sesleri geliyor. Nefes verirken sol burun deliğimden katı bir sümük parçası fırlıyor, ani bir iç çekişle ait olduğu yere iade ediyorum. Duygu ve mukus yüklü sessizliği o bozuyor, “Arkadaşının adı ne”, Alp diyorum. Şaşırıyor, malumunuz alışılagelmiş bir vaka değil. Yeterince sustuğuma karar verip derdimi anlatıyorum. “Alp gerçekten çok kötü durumda İpek. Ona yardımcı olmak istiyorum ama neler hissettiğini bilemiyorum. Belki sen bizi aydınlatabilirsin”. Nasıl yani diyor. “Yani sen güzel bir kızsın ve eminim yolda laf atanlar, otobüste değdirenler oluyordur”. Aynı şey değil diyor, “Ya İpek ha taciz ha tecavüz hasta etme adamı” diye çıkışıyorum. Tırsıyor, özür diliyor, yardımcı olmak için elinden geleni yapacağını söylüyor. Teşekkür ediyorum. Tecavüze uğradığını nereden bildiğimi soruyor, çantamdan gazeteyi çıkartıp ilgili haberin bulunduğu sayfayı gösteriyorum. “Oha ya” diyor “Cem Garipoğlu Mars’a kaçmış”. Bir alttaki haberi okumasını rica ediyorum.

İpek de çare olmadı. Batu ile kara kara düşünüyoruz. Yok mudur koskoca memlekette bu tarz mağdurlara yardımcı olan bir mecra? Terapi grubu ya da o tarz bir şey. “Merhaba benim adım Alp ve götten sikildim” dedikten sonra milletin alkış patlattığı toplantılar. Yok, yok, yok. Sadece düşkünler evi var o da şiddet görmüş kadınlara hizmet veriyor. Ülkemizde ırzına geçilmiş erkekler arası sosyal dayanışma sıfır. Alp’in hali hala içler acısı. Elimize yüzümüze bulaştırmamak için fazla üstüne gitmiyoruz çocuğun, kesinlikle profesyonel yardıma ihtiyacımız var, ama profesyonel yardıma yetecek paramız yok. Kimseye de anlatamıyoruz derdimizi. Annesine babasına söylesek utancından evi terk eder, keza arkadaş çevresine anlatırsak insan içine çıkamaz. Şu an yapabileceğimiz tek şey araştırma. İnternette tecavüze uğrayan erkekler diye aratıyoruz, “Bunu mu demek istediniz, tecavüze uğrayan kadınlar” diyor Google, o bile anlamıyor halimizden. Biraz daha araştırma yapıyoruz sanal ağda, tecavüzle alakalı psikolojik bilgilere ulaşmaya çalışırken tek bulabildiğimiz pornografik paylaşım yapılan forumlardaki başlıklar oluyor: “50lik dede 18lik çıtıra dayıyor (tecavüz) ***Killa_Cenk*** farkıyla”, “Coşkun halt etmiş, asıl tecavüzcü budur”,“Meraklısına kilisede tecavüz filmi -rahip zenci-” vb...

-Nereye gidiyoruz abi?
-Sürpriz Alpciğim, sürpriz.
-Bari gözümdeki bandı çıkarsan.
-Sürpriz bozulur Alpciğim, sürpriz bozulur.

Belediye otobüsündeyiz, herkes bize bakıyor. Hep filmlerden özenip yapmak istediğim şeylerden biridir şu bant muhabbeti, ama toplu taşıma aracında hiç de hayal ettiğim gibi olmuyor. Müslüman mahallesinde işporta salyangoz tezgahı kurmuş gibi hissediyorum kendimi.

-Vardık mı?
-Az kaldı Alpim. Ha gayret.

Bir otobüs, bir metro ve bir minibüsten sonra hedefe ulaşıyoruz. Minibüsten iniyoruz, gökdelene doğru ilerliyoruz. Ah gökdelenler, modern çağın çınar ağaçları. Metropol insanları güneşin haddini aştığı günlerde devasa gölgelerinde uzanıp nefes alıyorlar. Fakat betimleme ve sosyal tespit yapmanın zamanı değil, halletmem gereken önemli işler var. Bir kolumda Alp, metal dedektöründen geçiyoruz. Asansöre girip 7. kata çıkıyoruz. Stüdyoya girmeden önce Alp’in gözbandını çıkartıyorum. Nerede olduğumuzu soruyor. “Şimdi Alp” diyorum “Son günlerde epey keyifsizdin. Batuyla sana bir güzellik yapalım dedik. Hani şu çöpçatanlık programları var ya, onlardan birine yazdırdım seni. Stüdyoya girip gerekli belgeleri imzalayacağız. Sağlam hatun düşüreceksin abi, güven bana”

Alp’i makyaj odasına alıyorlar. Dikkat ettiyseniz televizyona çıkan kimsenin saçı dağınık değildir, yüzü pürüzsüzdür, tıpkı vesikalık gibi. Çünkü makyaj odasında bir nevi “photoshop”lanırsınız. Ama yüzünüzün layer layer işlenmesi de yetmez. Stüdyo ışıklandırmaları, kamera açıları, işi ne tarafa bakmanız gerektiğine dair bilgi vermek olan görevliler bile vardır televizyon kanallarında. Kadın, erkek farketmez. Televizyonda herkes kusursuz görünmelidir. Alp zaten yakışıklı çocuk, fazla uzun sürmez diye düşünüyorum ama yanılmışım. Bir cerrah dikkatiyle kaşları alınıyor, ressam edasıyla yanaklarına fondoten sürülüyor, saçları sürekli taranmaktan yarısı dökülüyor. Bir buçuk saatlik operasyondan sonra Alp yetmiş milyonun karşısına çıkmaya hazır.

Seyircilere bakıyoruz, alayı yaşlı teyzeler. “Doğru programa geldiğimizden emin misin” diye soruyor Alp. “Şöyle Alp” diyorum “Heralde seyirciler abazalık yapmasın diye damsız almıyoruz demişler. Bizim kadınları bilirsin zaten, tüm gün evde oturmaktan bulanıyorlar, çok meraklılar bu tarz şeylere. Merak etme sen, 10 numara hatunlar olacak yarışmada”.

Alp’in eline bir maske tutuştuyorlar. Maske dediğim bildiğiniz karton parçası, arkadan lastikle bağlamışlar. Maskeye ne gerek vardı diyor Alp. “Yarışmanın formatı böyle, kızlar seni göremeyecek, onları tatlı dilinle tavlamak zorundasın. Ama sen herşeyin üstesinden gelirsin koçum, yüzümü kara çıkartma benim” diyorum.

Üzgünüm Alp, gerçekten çok üzgünüm. Böyle olsun istemezdim ama başka çarem yoktu. Senin balmumu gibi erimene tanıklık edemezdim. Keşke bu kadar ileri gitmem gerekmesiydi, ama emin ol senin için en iyisi neyse onu yapıyorum. Zamanı gelince bana teşekkür edeceksin...

...teşekkür edeceksin...

“Bayanlar baylar, Melahat Yıldız’la Yıldızlar Geçidi başlıyor”. Stüdyoda bir alkış kopuyor ve Melahat Yıldız sahneye dalıyor. “Evvvveet hanımlar, bir Yıldızlar Geçidi’ne daha hoşgeldiniz”. Teyzeler ayakta, bileziklerin ardına saklanmış tombul ellerini dağlıyorlar. “Yine dopdolu bir programla karşınızdayız”. Bir alkış daha, acaba Melahat Yıldız formalite dışı bir cümle kurduğunda napacaklar, gerçekten de çok merak ediyorum. Melahat Yıldız bir estetik cerrahi tahtası. Suratına o kadar çok botox yapılmış ki cildi deriden ziyaden plastik gibi duruyor. Burnunun trigonometrik değeri mükemmel. Bir havuzu doldurabilecek kadar silikon enjekte edilmiş göğüslerini geniş dekolteli bir tuvaletle sergiliyor. Kendi ekseni etrafında 360 derece dönüp seyircilere nasıl göründüğünü soruyor ve tahmin edin noluyor? Evet bildiniz, “koccaman” bir alkış. Normalde “Ben güzel miyim” diye soran ve olumsuz yanıt kabul etmeyen kadınlardan narsist tutumları dolayısıyla nefret ederim, ama Melahat Yıldız’a hak verebiliyorum. O kadar ameliyat geçirmek her yiğidin harcı değil, emeğinin karşılığını almak istiyor kadın, anlayışla karşılamak gerek.

“Şimdi sizlerden koccaman alkış istiyorum” diyor Melahat Yıldız, sanki demese alkışlamayacaklarmış gibi. “Huzurlarınızda Türk Popu’nun yükselen değeri Abdurrahmancan”. Abdurrahmancan playback şarkısını söylerken teyzeler kopuyor. Şarkı canlı söylense pogo yaparlardı heralde. Şarkı bitiyor, seyircilerle alay edercesine “Ağzına sağlık” diyor Melahat Yıldız. Abdurrahmancan son albümü hakkında konuşurken Alp heyecandan tir tir titriyor. Masaj yapıyorum, sakinleşmesi gerektiğini söylüyorum. “Bak sana bir taktik. Bir kitapta okumuştum, sahne heyecanını yenmenin yolu seyircilerin tamamımın çıplak olduğunu düşünmekmiş”. Alp seyircilere şöyle bir bakıyor ve midesi ağzına geliyor. Yanımıza Bluetooth kulaklı bir eleman gelip Alp’i götürüyor. Artık tek başınasın Alp, ama dualarım hep seninle.

“Sıradaki konuğum çok talihsiz bir delikanlı. Çocuk denecek yaşta sapık bir adam tarafından, nasıl desem, cinsel istismara maruz kalan A.M. şimdi stüdyomuzda”. Tabii A.M. başka bir odada olduğundan bunları duymuyor. Hemen seyircilerden biri çığırmaya başlıyor. “Ablamıza hemen bir mikrofon verin” diyor Melahat Yıldız.

Kadın anlatıyor. Artık erkeklere de rahat yokmuş, insanlar delirmiş, kıyamet yaklaşıyormuş, öbür dünyada herkes cezasını çekecekmiş.

Ekranı ikiye bölüyorlar, bir tarafta ilahi adaletten bahseden teyze, öteki tarafta karton kafa A.M. Eminim o kartonun arkasından “Noluyor amına koyayım” diyen bir bakış atıyordur Alp. Baktılar teyze susmaya niyetli değil, mikrofonu elinden alıyorlar ve Melahat Yıldız konuşmaya başlıyor.

-A.M. beni duyabilir musun?
-Hmm, evet ama bana A.M. demenize gerek yok
-Ne diyelim o zaman ablacım?
-Alp.
-Gerçekten de çok cesursun Alp.
ŞAK ŞAK ŞAK ŞAK
-İstersen maskeni de çıkart
-Formata aykırı sanıyordum
-Sana kalmış, istersen kalsın.
-Zor nefes alıyorum, en iyisi çıkartayım.
-Ne kadar da yakışıklıymışsın.
-Teşekkür ederim.
-Şimdi neler oldu anlatır mısın?
-İşte bir arkadaş getirdi beni buraya.
-Ona da bir alkış alalım
ŞAK ŞAK ŞAK ŞAK
-Eminim senin için çok zor olmuştur.
-Yoo, hayır. Sadece sürpriz oldu o kadar.
-Sürpriz derken.
-Son ana kadar farkında değildim olayın.
-Yani hiç şüphelenmedin öyle mi?
-Evet.
-İşte görün hanımlar. Allah bilir hap falan vermişlerdir zavallı çocuğa, ruhu bile duymamıştır.
-Yo, yo gözlerimi bağladı sadece.
-Ay inanmıyorum, resmen canilik.
-Ya cidden abartıyorsunuz, o kadar da önemli bir şey değil.
-Ne demek önemli değil Alp, insanlık dışı yaptıkları.
-Biz eski arkadaşız, böyle şeylerin lafı olmaz.

“Bir yaşıma daha girdim” diyor Melahat Yıldız “Acaba psikoloğumuz Muhsin Özdoğan’ın yorumu ne?”. “Hastamızda belirgin şekilde şizofreni var. Bu tarz vakalarda sıkça görülür. Bilinçaltında inkar ederler travmayı. Unutmaya ya da başka bir kılıfa sokmaya çalışırlar. Belli ki genç Alp yaşananların bir oyun olduğuna kendini inandırmış, acil psikolojik destek alması gerek” diyor psikolog. “Başımıza taş yağacak” diyor seyirci teyze. “Bana da çocukken amcam tecavüz etmişti” diyor Abdurrahmancan.

“Neler oluyor burada anasını satayım” diyor Alp, ama anlamanız için dudak okumayı bilmeniz gerek zira mikrofonu kapalı. “Allahtan acil şifalar diliyoruz sevgili Alp’e. Reklamlardan sonra çok önemli bir dosyayla karşınızda olacağız. Cem Garipoğlu Mars’ta mı? Astronomi uzmanımız ve NASA yetkilileriyle canlı bağlantılar kuracağız. Sakın bizden ayrılmayın”. Hemen Alp’in bulunduğu odaya gidiyorum. Dumura uğramış, boş boş sağa sola bakıyor garibim. Farkında değil olanların. Bilinçaltının derinliklerinde bir trajedi yatıyor. Herşey normale dönecek Alp. Kolay olmayacak elbette, ilaçlar, seanslar, hipnoterapi, şok tedavisi belki de. Ama sana söz veriyorum hep beraber atlatacağız bunları.

-Abi noldu az önce ya, bi bok anlamadım.
-Alp, bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.
-Neyi abi?
-Alp, -sağ elimle omzunu sıkıyorum- hayır yapamayacağım.
-Delirtme adamı be olm, söyle mevzu nedir?
-Alp, az önce katıldığın çöpçatanlık yarışması değildi.
-Hadi canım, inanmam.
-Seni kadın programına getirdim
-Orasın anladık heralde, ama neden?
-Alp, sen te, sana, seni, şey, hayır, hayır.

Alp’e sarılıp hüngür hüngür ağlıyorum. Kafamı kaldırıp gözlerine bakıyor ve bir anne şefkatiyle “Alpim benim” diyorum. Kafasını iki elimle sarıp göğsüme bastırıyorum. “Abi iyi misin” diyor, korku kokuyor nefesi. Zavallı Alp, hiçbir şeyin farkında değil garibim, kafayı sıyırmış. Kendisi mevzuya fransız kaldığından iki kişilik gözyaşı döküyorum. Olayı fantastik bir sona bağlayarak örtbas edebilirim ama o benim dostum, gerçeği bilmesi gerekiyor. Güçlü olmalıyım, Alp’in bana ihtiyacı var. Gözyaşlarını sil, dik dur, derin nefes al -diyaframdan- ve bir çırpıda anlat olan biteni. Lanet olsun yapamıyorum, daha cümleye başlamadan diyaframdaki nefesim gaz şeklinde anüsümden çıkıyor, kurallı başladığım cümle o kadar devrikleşiyor ki yüklem kayboluyor, sesim titremekten boğazım ağrıyor. Yapamıyorum, bir türlü toparlayamıyorum kendimi. Ağzım yerine belgelerle konuşmaktan başka çarem yok. Çantamdan gazeteyi çıkartıyorum. “Şu Cem Garipoğlu haberinin altındaki habere bak”.

Keçileri iyice kaçırdı zavallı, ağlanacak haline gülüyor, hem de sitcom efektleri gibi bağıra çağıra. Beyin-mimik koordinasyonunu kaybetmiş belli ki, neye nasıl tepki vereceğini bilemiyor. “Bu haber sana hiçbir şey anımsatmıyor mu Alp” diyorum. Kurbanın adı soyadının baş harfleriyle ilgili bir espri yapıyor. “O sensin Alp” diyorum “A.M. sensin”. “Hayır, sensin amcık” diyor ve yeniden basıyor kahkahayı. Bu seferki sitcomlarda çok komik bir şey olduğunda atılanlardan; uzun, yüksek sesli, arada ıslık falan da var. Omuzlarından tutup silkeliyorum “A.M. sensin Alp Maraz, Hüseyin Düzmez sana tecavüz etti, o yüzden televizyona çıkardım seni, yardımcı olabileceklerini düşündüm”. İki haftadır yüzüne bakmadığı kahkahaları bol kepçeden atıyor Alp, gülmekten gözünden yaş geliyor. Acaba Manisa mı daha uygun, Bakırköy mü diye düşünüyorum.

-Yalnız takdir ettim, sağlam plan yapmışsınız.
-Ne planı Alp, ne planı. İşletme falan yok, söylediklerimin tamamı gerçek.
-Olm burada A.M. yazıyor.
-Tamam işte, Alp Maraz.
-Benim soyadım Naraz.
-................

Kimliğine bakıyorum, harbiden de Naraz’mış. Neden iki haftadır ruh gibi gezdiğini soruyorum. “Kanka hiç sorma ya” diyor “Erken boşalma durumları oldu da çok canım sıkıldı”. Tüm çabalarım boşunaymış meğer, kendi kuyruğunu kovalayan köpek hesabı. “Valla abi özür dilerim, yetmiş milyona ifşa edildin kusuruma bakma, bilmiyordum”. “Takma kafana ya” diyor Alp “Hem ilgiye ihtiyacım var ayağına sürüyle kız düşürürüm, iyi oldu”. İşte, tripodun kırık ayağı tamir edildi, ıssız adam gitti yerine geyiksever dostum Alp geldi. Hala erken boşalma problemi yaşayıp yaşamadığını soruyorum, maalesef evet diyor. “Hiç üzülme Alpciğim, sorununun çözümünü biliyorum”



Soru: Sevgili Haydar Hocam, ben 20 yaşında gayet yakışıklı, tüm kızların peşinden koştuğu her hafta başka bir kadınla birlikte olan, yatakta da performansı gayet yüksek bir gencim. Yalnız bir sorunum var, iki haftadır erken boşalıyorum, sizce bunu engellemek için ne yapmalıyım? Rumuz: Beyaz Kobra

Cevap: Gel bakalım beykoz kobra, bakıyorum da beyaz engerek oluvermişsin. E be köftehor, sen her hafta başka kızla birlikte olursan başına gelecek budur. Evladım, sen git oku, çalış, evine para getir, vatana millete hayırlı ol. Gördüğün her gülü koparma, çünkü çiçek dalında güzeldir. Hem üstelik kobra isyan ediyor, ben de hayvanım sonuçta diyor, bu kadar üzerime yüklenme diyor. Baktı sen uslanacak gibi değilsin, işini erkenden bitiriyor. Cinsel organlar böyledir işte, sahipleriyle oyun oynarlar. Benden sana bir fıkra. Temel ile Fadime evlenmişler. Fadime’nin annesi Temel’e bir soru soracağını, eğer doğru cevaplarsa yazlığında kalmalarına izin vereceğini söylemiş. Temel peki demiş, kaynana sormuş soruyu. “Benim vajinam nerede” Temel önünde demiş, kaynana kaldırmış eteği, bilemedin arkamda demiş. Bir hafta sonra yine aynı soruyu sormuş, Temel arkanda demiş, kaynana kaldırmış eteği, bilemedin önümde demiş. Bu olaydan birkaç gün sonra da Fadime Temel’e “Temel, havalar çok sıcak, hadi tatile çıkalım” demiş, Temel de yapıştırmış cevabı: “Ananın damı yerinde durmuyor ki çıkalım”

6 yorum:

Jack dedi ki...

gayet güzel anlatımlar, harika bağlamışsın. haydar dümen ağzından yazmak zor bişey sanırım, onunda üstesinden gelmişsin gibi. askerdeyken o kadar çok posta okumak zorunda kalıyorsun ki. neyse, atlatmam lazım o travmayı.

batu deyince başka bir yazını hatırladım, bunu da en az o kadar sevdim açıkçası. gereksiz hiç birşey yoktu yazıda, böyle devam evlat >.<

S dedi ki...

yeryuzundeki en guzel haydar dumen taklidi yapan insan oldugunu ogrenmis bulunduk boylece.

10 numero yaziydi evet.

rachel green dedi ki...

mükemmel, özellikle cem gariboğlu göndermesi :D

senaaaaa dedi ki...

sen nasıl bir şeysin ya

Aslı "TILSIM" Palabıyık dedi ki...

Mars olayını her okuduğumda yarıldım :D Çok başarılı!

libido dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.