23 Nisan 2009 Perşembe

Seçim

Kılpayı geçilen dersler, final öncesi girilen kamplar ve Allah’ın sevdiği kulu kontejyanında bulunmanın verdiği avantajın yardımıyla almıştım diplomamı. Sorsanız bir staj yaptın mı, iş tecrüben var mı, nerdeee! Özgeçmişim –CV demeyi reddediyorum- bugüne kadar okuduğum okullardan, hobilerim ise PES, FM, çubuk kraker paketinin dibinde kalan tuzlu kırıntıyı kafaya dikmek gibi son derece lüzumsuz, hiçbir işverende olumlu etki bırakmayacak maddelerden oluşuyordu. Sosyal ilişkilerde fazla sorun yaşamayan biri olmama rağmen ilk adımı atarken ürkek davranan, kestiği bir kıza yakalandığı an kafasını fizik kurallarını alt üst edecek şekilde çevirebilen bir adamımdır. Bir de hep alışmışım öğrenciliğe, bugüne kadar hiç atak davranmam gerekmemişti. Zaten ekmeğin aslanın ağzında olduğu günümüzde insan tüccarı, plaza azmanı kısacası bu işin pezevengi olmuş rakiplerle karşı karşıyaydım.

Birebir yapılan bütün görüşmelerde çuvallıyor, kendime güven eksikliğimi farkeden işverenler beni anında eliyordu. Şöyle yenilikçi, ileri görüşlü, zekaya bakan bir şirket olsa; benim potansiyelimi ortaya çıkartacak bir mülakat yapsa sikertirdim ortalığı. Keşkelerle geçen uzun monologlarım en sonunda yanıtını buldu. Uluslararası bir gıda şirketinde yabancı dil bilen yönetici pozisyonu için az önce anlattığım tarzda bir mülakat yapıldığını duydum. Hepimizi bir odaya aldılar, yaklaşık bir saat beklettiler. Acaba içimizden çıkıp isyan edecek birini mi arıyorlar, haksızlığa gelemeyecek bir yiğidi mi alacaklar işe diye düşündüm. Ama emin olamadım sevgili okurlar, belki de sabrımızı ölçüyorlardı, ya da müdürün bir işi çıktığı için bekliyorduk. Bu işi de kaçırma lüksüm olmadığı için dikkatli davranmalıydım. Aniden bir ışık belirdi, tüm dikkatim dağıldı. Bembeyazdı herşey, sanki odanın içinde yüzlerce floresan lamba varmış gibi parlıyordu etraf. Nur inmişti bu köhne salona; o an işmiş, mülakatmış, kariyermiş hepsi uçtu gitti kafamdan. Olayın ruhani boyutundan sıyrıldığımda yanımda kel bir vatandaşın oturduğunu ve güneşli bir gün geçirdiğimizi farkettim. Bu bir rastlantı olamazdı; makus kaderimi değiştirecek, birlikte şirketin üst kademelerine yükselecek, Forbes kapağında beraber poz vereceğim müstakbel ortağımdı o . Planım basitti, keli galayena getirip teorimi deneyecek, eğer aradıkları şey bu ise “Benim fikrimdi, arkadaşa gaz veren bendim” diyerek başarısını sahiplenecek, şansım yaver giderse yabancı dil bilen yönetici yardımcısı olarak iş dünyasına adımımı atacaktım. “Abi bu ne ya, biz üniversite mezunuyuz, bir saattir bekliyoruz, ayıp ya” dedim, bana hak verdi. “İşsizlik olmasa bir dakika bile durmam burada, muhtacız diye alay ediyor resmen şerefsizler” dedim, kafasını salladı. Kel beni takmıyordu, son hamlede belden aşağı vurarak “ Benden duymuş olma ama içeri girmeden görevliler arkandan alay etti, kelaynak dediler” dedim, bu sefer hiç cevap vermedi. Hayal kırıklığına boğulmuştum, hayatımda gördüğüm en moloz keldi. Pek bir işe yaramayan kafasına bakarak saçımı ve kravatımı düzeltirken müdür girdi odaya.

“Biz bir aileyiz”, “Kızışan pazarda rekabet had safhada” tarzı klişe laflardan sonra görevliler hepimize birer kağıt-kalem verdi. Kaleme baktım, sokakta kutusu 2 YTL’ye satılan bok sarısı, lacivert kapaklı kalemlerdendi. Şirketin imajı yerle bir oldu gözümde. Müdür “Size bir soru soracağım, cevabını kağıda yazacaksınız” dedi, eline keçeli kalemi alıp tahtaya “Risk nedir?” yazdı. Adım gibi eminim odada bulunan elli kişiden kırkbeşi “budur” yazmıştır, geri kalan dördü bu hikayeden haberdar değildir, haberdar olup da “budur” yazmayacak tek kişi bendenizdir. O kağıda “Alem buysa kral benim” yazardım da “budur” yazmazdım sevgili okurlar. Düşünmem gerekiyordu, öyle bir cevap vermeliydim ki diğerlerinden sıyrılacak, okuyanın suratına bir tokat gibi yapışacak, fakat bütün bunlara rağmen kolay anlaşılacaktı. Benim en büyük sorunum buydu, başlık bulamamak. Riskle ilgili uzun bir hikaye yazmak istedim, fakat daha ilk paragraftan sonra okuyanın sıkılacağını ki bunun yazı kalitemden ziyade işverenin “Elli kağıdın içinden bir de iki saat bunu mu okuyacağım” veryansılcılığından dolayı gerçekleşeceğini düşündüm. Cevabım kısa olmalıydı, “budur” klişesinin yerini dolduracak kadar klas bir laf etmeliydim. Kele baktım, “budur” yazmış, ondan başka birşey beklemezdim zaten. Yansıyan kafasından faydalanarak başka birkaç kağıda daha göz atma fırsatım oldu. Birisi “Risk göbem adımdır” demiş, beriki ise “Risk benim için bir hayat felsefesidir” diye insanı felsefeden, riskten, hatta hayattan soğutan bir cevap vermiş. Elalemin cevabından medet umarken müdür zamanımızın dolduğunu, herkesin kağıdını en arkadan başlayarak bir öndeki arkadaşına vermesi gerektiğini söyledi. Ortalarda oturmam bana 15-20 saniye kazandırmıştı, arkadan dalga gibi gelen kağıtlar heyecan katsayımı arttırırken son saniyede aklıma mükemmel cevap geldi.

Toplama işlemi bittikten sonra yarım saat içinde mülakat sonucunun açıklanacağı söylendi. Kel ne yazdığımı sordu “Ananın amı” dedim, bozuldu ibnetor. Yarım saat sonra görevli benim ve başka birinin adını anons edip üst katta beklememizi söyledi. Sekreterin masasında beklerken acayip kıllandım yanımdaki elemandan, o da benden kıllanmıştır büyük ihtimal. Sekretere bir telefon geldi, konuşması biter bitmez “Serkan Bey odasında sizi bekliyor” dedi. İçeri girdik, müdür ikimizi de selamladı, oturmamızı rica etti ve konuşmaya başladı: “Biz okuldan sadece ders görerek çıkmış eleman istemiyoruz. Yeri geldi mi bilgi donanımıyla, olmadı pratik zekasıyla iş bitirebilecek, sınırları zorlayıp farklı fikirlerle çıkabilecek birisini arıyoruz.” Ne yalan söyleyeyim, benim cevabım bu normlara cuk oturuyordu. İçimizden yalnız birini işe alacağını söyledi, az önceki konuşmadan sonra tekmeyi diğer elemanın yiyeceğini, hatta benim gibi kalifiye bir aday varken neden dingilin tekini yanıma koyduklarını aklımdan geçirdim. “Ersin hanginiz oluyor” diye sordu, yanımdaki lavuk “Benim” diye atladı, “Tebrikler, iş sizindir” dedi müdür. Dellendim sevgili okurlar, müdürün boğazına sarılıp “İşveren misin götveren mi belli değil” diye haykırasım geldi ama bozmadım istifimi. Müdür bana baktı “Evladım, zeki bir çocuğa benziyorsun. Sende potansiyel var, ama birinin yol göstermesi gerekiyor. Bu yüzden seni odama çağırdım. Tamam farklı birşey yapmak istemişsin, güzel hoş da risk nedir sorusuna ananın amıdır cevabı verilmez” dedi.

8 yorum:

S dedi ki...

sanirim benden asla IKci olmaz.

Bengisu "Ben" Türkan dedi ki...

IKci?

S dedi ki...

insan kaynaklari calisani.

Love dedi ki...

insanlari yok yere kandirip, kamuoyunu yaniltmakla sucluyorum sizi sayin bengisu. sabah uyandim. mailinizi gordum. kosa kosa buraya geldim.. ama hala ayni yazi!

Bengisu "Ben" Türkan dedi ki...

Fakeangel hanım,

Farkındasınızdır ki ben uzun yazılar yazan bir blog yazarıyım. Doğal olarak bazı yazıları tamamlamam günler sürebiliyor. Daha dün gece başladım, ve sanırım yazılma süreci en uzun yazım olacak. Ama merak etmeyin, beklediğinize değecektir.

antepian dedi ki...

"Senin bir dergiye ihtiyacın var."
"Uykusuz'un yazara ihtiyacı var."

Alt alta toplayınca ne oluyor?

"Uykusuz dergisinin senin gibi bir yazara ihtiyacı var."

Düşündün mü hiç?

Bengisu "Ben" Türkan dedi ki...

Düşündüm, denklemi kurdum, topladım, aynı sonuca ben de ulaştım ve dört kere Uykusuz'un amatör gününe gittim. Fakat görünen o ki Uykusuz sizin ve benim gibi düşünmüyor, zira zerre siklerinde olmadı yazılarım. Aynı denklemde X'i Penguen olarak da kullanabilirsiniz, sonuç aynı çıkıyor.

josemarcelosalas dedi ki...

Yazı harika, yine uzun soluklu bir romanın ortalarında bi yerde hissettim kendimi... Bu işi iyi kıvırıyor kardeşim...