16 Nisan 2009 Perşembe

Bugün 16 Nisan, Hep Neşeyle Doluyor İnsan

Küresine baktı kahin, buruşuk suratı ekşidi iyice. “Tanrı yanımızda olsun” dedi, onun gördüklerine bir faninin dayanabilmesi çok güçtü, gerçi onu diğerlerinden ayıran yetenekleri vardı, bu yüzden geleceği anlatarak çıkartıyordu ekmek parasını. Ne padişahlar ne sadrazamlar uğramıştı evine, hepsinin de tek isteği yakın gelecekte başlarına ne geleceğini öğrenmek, hazırlıklı olmaktı. Savaşlar gördü kahin,entrikalar, antlaşmalar, hatta Turkcell Süper Lig maç sonuçları. O sıralar İddaa müessesesi kurulmadığı için köşeyi dönemedi, kahroldu, yanlış zamanda yaşadığı için karın tokluğuna çalışıyordu.

“Ne görüyorsun yaşlı adam” diye sordu müşteri. Şehrin önde gelen soylularından birisiydi, ipek kıyafeti, iyi kesim pantolonu ve deri çizmeleriyle berduş evin içinde sırıtıyordu adeta. İç mimariden nasibini almamış, moda renklerden uzak, eşyaların ise iyice rüküş olduğu bu ev demeye bin şahit isteyen mecrada bunalan soyluda Kahin’in pencereden dışarı bakıp “Bunları da mı görecektik” bakışı atması telaşa mahal vermişti. “Nolacak söyle kahin, feodalite mi yıkılacak, Karadeniz bir Türk gölü olmaktan mı çıkacak, yoksa Almanlar yenildiği için bizde mi yenilmiş sayılacağız?”. Kahin güldü, acı bir gülümsemeydi bu, “Ben diyorum dünyanın sonu sen diyorsun feodalite” diyen bir gülümseme. Kahinin sessizliği soyluyu iyice kıllandırmıştı, en sonunda dayanamayıp “Konuşsana be adam” diye bağırdı. Kahin sessizliğini sürdürdü.

Soylu bir halt öğrenemeyeceğini anlayıp evi terkedince kahin defterine sarıldı. Onun için herşeyden önemliydi defteri, insanlığa misarıydı içindekiler. Yeni bir sayfaya geçti, etrafını yıldızlarla, güneşlerle, dağlarla süsledi göze çarpsın diye, hatta o dağların arasından bir nehir bile geçirtti. Bugüne kadar kaleme alacağı en iddialı kehanetti, şekil olsun diye şiir halinde yazdı:


Gezegene geldiklerinden beri çuvallayanlar,
Kendilerine verilenlerin altında ezilenler,
Canlılar arasında en güçlü fakat aynı zamanda en zayıf olanlar,
16 Nisan 1989’da hakettiklerini bulacaklar.


Sabah saatlerinde bir çocuk gelecek dünyaya,
Gelmiş geçmiş en komik insan sıfatıyla.
O fani hayatını tamamladıktan sonra,
Kahkaha atamayacak kimse bir daha!


Kahin derin bir oh çekti içinden, “Ben bunların hiçbirini görmeyeceğim, daha bir milenyum fark var arada”.

Kahin öldü, dünya devam etti dönmeye, medeniyetler yıkıldı, medeniyetler kuruldu. Çok değişti insanoğlu, ama dünya hiç takmadan güneşin etrafında dolaşmaya devam etti, yetmezmiş gibi kendi etrafında da döndü. Beklenen gün geldi çattı, 16 Nisan 1989. Hergün olduğu gibi binlerce yeni göz açıldı, kesilen göbek bağının haddi hesabı yoktu. Peki içlerinde miydi “seçilmiş olan”?

Hayır, o gün doğan çocukların hiçbiri dünyayı değişterecek, kahinin dediği kadar etki bıracak biri olmadı. Tabi diyebilirsiniz ne adi kahinmiş, bizim alt kattaki Meral Teyze bile daha düzgün fal bakıyor. Ama demeyin sevgili okurlar, bir dinleyin hele hikayenin sonunu. Kahin işinin ehli bir zanaatkardı, baba mesleğiydi geleceği görme. Küre de dedesinden yadigardı zaten, aslında çocukken itfaiyeci olmak istiyordu, ama o sıralar itfaiye örgütü kurulmamıştı. Yetenekli çocuktu, kafası basıyordu büyü işlerine, sıksan pazusunu mana fışkırır o derece, ama gelin görün ki matematiğe pek aklı ermezdi bizimoğlanın. Küre “19. Yüzyıl bugünde dünyaya gelecek dünyanın en komik insanı” demişti, sen git 19. Yüzyılı 1900 olarak al, piç et mis gibi kehaneti. Küreye yazık lan, gitmiş o yuvarlak şekline rağmen Charlie Chaplin’in doğum tarihini vermiş, ona göre insanlık hazırlasın kendini demiş, iki eliyle bir siki doğrultamayan salağın teki yüzünden yalan olmuş hepsi. Bir de kahin olacak! Ama bunlara rağmen kahin paçayı yırtabilirdi, o kadar da ballı bir adamdı. Komik yerine lüzumsuz yazsaydı deftere, doğru çıkacaktı kehaneti. Evet, dünyanın en lüzumsuz adamı şu an aramızda, hatta bu topraklarda gezmekte, ve bilhakis şu an okuduğunuz yazıyı yazmakta efendim.

Şaka maka 20 yaşına geldim sevgili okurlar, onlar basamağı bir değer arttığı için insanın gözüne büyük görünüyor. Sanki 18 ile 19 arasında bir yıl varken 19 ile 20 arasında dört-beş yıl varmış gibi. Yıllardır bizi kazıklamaya çalışan süpermarketler yüzünden sanırım bu affallama. Süpermarkete bir yere kadar hak verebilirim, gittin mi bir sürü şey alıyorsun sonuçta, çoğu da ucuz ürünler, dikkat edemiyorsun pek. Ama araba fiyatlarında mesela yazıyor 39.999 YTL, ulan kırk milyar sayacak adam yutar mı bu numarayı, kimi sikiyonuz siz!

Doğum günleri benim için tam bir ikilemdi. 23 Nisan’dan bir hafta önce olduğu için eğer doğum günüm hafta içine denk gelirse adam gibi kutlama yapamıyorduk, haftasonu olursa da 23 Nisan tatili kaynıyordu. Çocukluğum bu dilemma içinde geçti sevgili okurlar, okuldan kaytarma sevdası ile doğum gününü gününde kutlama isteği. 13 yaşımdan beri doğum günü kutlaması yapmadığım için aştım artık bunları, okul desen hergün tatil.

Küçük hesapları hallettiğime göre daha geniş açıdan bakabiliyorum artık doğum günlerine. Korkmayın “millet bok varmış gibi doğum günü kutluyor, anlamsız, manasız, zorlanan coşkular bunlar” demiyeceğim, hayır bu bir “doğum gününü aileyle kutlamanın sebep olduğu eziklik ve ebeveynlerin göbek atmasının verdiği hazımsızlık” yazısı değil. Büyük ihtimalle aile içi pastalı, börekli, çörekli bir kutlama olacak, yiyeceğiz içeceğiz ve kaçınılmaz olarak sıçacağız. Teyzem her zamanki gibi bana değil ananeme hediye alacak. Abajur almıştı geçen yıl mesela, abajurun tam olarak ne olduğunu o gün öğrendim. Kendisinden bu yıl elektrikli süpürge, bıçak seti ya da dikiş makinesi bekliyorum. Valla hediyesiymiş, partisiymiş umrumda değil sevgili okurlar; pastama bakarım ben, gerisi yalan.

Dem vurmak istediğim asıl nokta son günlerde sık sık duyduğum bir muhabbet. “Çocuk olsaydık keşke, büyümeseydik hiç, ne kadar da eğleniyorduk o zaman, şimdi ise zor herşey”. Bu konu hakkındaki görüşümü birkaç gözlemle açıklayacağım. Çocukken saklambaç oynardık, hem de psikopat gibi. Her türlü piçlik dönerdi o saklambaç seanslarında, saklanmak yerine evine gidenden tut, ebenin –lütfen yanlış anlamayın- saydığı direğin üstüne tırmanıp, sayım işlemi biter bitmez sobeleyenlere kadar. Ne çelmeler takıldı, kimin önce sobelediğine dair ne kavgalar edildi anlatsam sayfalar yetmez. Bunların hepsini bir şekilde sindirdik diyelim, ama bir rituel var ki dehşete kapılıyorum her aklıma geldiğinde.

Bilirsiniz saklambaçta sobeleyen kişi istediği arkadaşını kurtarabiliyor, kurtarmak derken ebe olmasını engelliyor işte. Bazı ibneler sırf götlük olsun diye kurtarma haklarını es geçmek istiyordu ama kurallara aykırıydı, illa kurtaracaksın birisini. Eğer kıl olduğumuz biri kalmışsa ve kurtarma hakkını kullanmak zorundaysak “Peygamberi kurtardım” derdik, hatta ilerleyen zamanlarda bu “Allah’ı kurtardım”a dönüştü. Kim çıkardı bilmiyorum bu dalgayı ama ateşle oynamışız haberimiz yokmuş. Bacak kadar boyumuzla kafirlik yapmışız lan resmen, ne demek Allah’ı kurtardım, istese yedi ceddimizi saniyesinde sobeler, bizim kurtarmamıza mı ihtiyacı var, affet bizi Rabbim!

Başka bir oyuna geçelim, aslında bir oyun değil bu oyun öncesi oyun. Maç yapmadan önce kadro seçilmesi gerekirdi, standart bir kadro da olmazdı. Genelde en iyi top oynayan ile en psikopat çocuk “Aldım-Verdim” yaparak takım seçerdi. Hepiniz aşağı yukarı protokolü biliyorsunuzdur. Bizim mahallede başlamadan önce hep “Ben almam olm, karı değilim, vercem ben” kavgası çıkardı. O zaman düz mantık erkek verir kadın alır sanıyorduk, atılan yazı-turadan sonra “veren” kişi attığı her adımda “Verdim ehuehue” diye bağırır, utanmadan da kasıklarını tutardı. Sanki çok biliyordun amına kodumunun ne yapacağını onlarla.

Takımlar kurulduktan sonra başlardık maça. Emrullah vardı, Emoli derdik, deli top oynardı. Messi gibi ayağına yapışırdı top, bacak arası atardı hepimize. “Ne yetenekli çocuk lan” diye düşünürdüm hep, televizyonda maç izlerken “Bizim Emoli de yapıyor bunları” derdim, gözümde bir futbol ilahıydı Emoli. Geçen gün de bizim kapının önünde top oynuyordu ufak çocuklar, topu aldım ayağıma bir çalımlar atıyorum görmeniz lazım. Kaleciyim ben, teknik 0 fakat bacaklarımın uzunluğu dolayı topu ayağımdan alamıyordu veletler. İşte o vakit anladım Emoli’nin Messi olmadığını, hatta Denizlispor’un efsane isimlerinden Yusuf bile değildi.

Zamanında aynı topun etrafında deliler gibi koşturduğum, bir aşağı sokaktakilerle “mahalle maçı” yaptığım adamlar beyaz gömlekleri kuşanıp “Nasılsın kardeş” demeye başladıktan sonra kendimi mahalleden soyutladım sevgili okurlar. Doğutturmalı –bir çeşit futbol oyunudur, bazı yörelerimizde dokuz aylık olarak da bilinir- oynadığım çocuklar artık kahvede okey çeviren adamlara dönüşmüştü. Çocukken hiç öyle değildi halbuki, tek farkeden cinsiyetti, erkeksen nolursan ol girerdin mahalle takımına.

Yazının bundan sonraki ruh hali hayıflanma dolu olacak sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Tamam çocukluk güzeldi, iyiydi, hoştu falan filan da ne yaptığımız belli değildi amına koyayım. İnsanlığa ne bir faydamız vardı ne de zararımız, salak salak koşturuyorduk tüm gün. Büyüdük lan artık, büyümeye de devam edeceğiz, yolun yarısında bile değiliz daha. Sağlığımız sıhatımız de yerinde çok şükür, nedir bu geçmişe duyulan özlem. Anlattım işte münafıklık var, ahlaksızlık var, cinsiyet ayrımı var, hayvanlara çektirdiğimiz eziyetten bahsetmedim bile. “Keşke herkes küçücük bir çocuk kadar masum olsa” ayağı çekmesin kimse bana, dünyanın en orospu çocuğu insanları bile bir zamanlar çocuktu, minicik elleri, tombiş yanakları, ufacık patikleri vardı. Allah bilir ne sevimli resimleri vardır bebekken çekilen, şimdi baksan milletin anasını çatır çatır sikiyor amınoğlu.

Çocukken hepimiz arabanın ön koltuğuna oturmak isterdik, ama izin vermedi ailelerimiz, yaşın küçük derlerdi. 18’i geçtik, şimdi hepimiz arka koltukta oturmayı, süpermarkete gittiğimizde annemizin bizi alışveriş arabasındaki ufak bölmeye koyduğu günleri özlüyoruz. Bir düşünce insanı olarak ben bunu kabul edemem sevgili okurlar, kimse kusuruma bakmasın, özlemiyorum çocukluğumu. Artık sokağa çıkınca kesin yapacak bir aktivitem olmuyor, tüm günümü sporcu kartı oynayarak geçiremiyorum ama yine de eski günleri düşünüp efkara kapılmıyorum. İnsanlar göt olmasına rağmen hayat güzel, hem de her yaşta. Tamam hepimizin sorunları var, annesi tecavüze uğradıktan sonra “Yaşasın kardeş sahibi olacağım” diyecek kadar Polyanna değilim fakat insanların ahını almak yerine “Bana bu yapılır mıydı lan” diye kaçıyorsa uykularımız gönül rahatlığıyla “Koy götüne” diyebilirim sevgili MİK dostları.

5 yorum:

S dedi ki...

mutlu yillar efendim. dogum gununuzun bu hafta bi gun oldugunu biliyor, kargoyu o gune denk getirmeye calisiyordum ama, olmadi. cok yogundum. ancak cumartesi sabah gonderebilecegim. gec bir hediye olmus olacak.

yaziyi ise, ofiste bari, bi 10 dakikam keyifli gecsin diyerekten. sabaha birakiyorum.

comatose dedi ki...

dostum yazını okudum şunu sölemek isterimki çok sık yazı yazdığın için kendi içinde oluşan bir kendini tekrarlama korkusu sezinledim bu yazında..bu yüzden konuları farklı açılardan ele alarak okurları ters köşeye yatırmaya çalışmışsın.bence sürprizlerle dolu olması açısından güzel birşey bu,olumlu bir hareket..
birde çocuk oyunlarındaki ayrıntıların bir kısmını gereksiz buldum, çünkü yazıdaki ana fikir "gençliğe dönmek istemenin biraz saçma olduğu" daha çok bu ana fikre odaklansan iyi olurdu.genel olarak başarılı bir yazı,özellikle baştaki kahin bölümü dikkat çekici ve farklı.başarılarının devamını dilerim,kalemine ve beline kuvvet...

S dedi ki...

ben, cocukken yapilanlari degil de, cocuk olmayi ozluyorum sanirsam. o donem, daha az seyin farkinda olmak gibi bir duygumuz vardi. ve o donem, kesfedilecek cok fazla sey vardi.

bir de, biz de daha az kotuyduk. insanlari da oyle saniyorduk.

sanirim. o yuzden guzeldi cocuk olmak.

bi de, sorumlulugun yoktu ya. yani calismak, para kazanmak gibi ya da ne bileyim okumak gibi sorumluluk ve zorunluluklardan da uzaktik. buyudukce, dertler de buyuyor sevgili bengisu.

sanirim ondan insanlarin cocuk kalmak istemesi.

antepian dedi ki...

Doğum gününüz kutlu olsun efendim!
Bu arada 19'dan 20'ye geçince öyle 4-5 yıl gibi oluyor çünkü insan 20-24 arası geçen yaşlarını anlamıyor, kafası ondan sonra dank ediyor.
Ya da ben kafamın dank etmesini umuyorum.

josemarcelosalas dedi ki...

Ne esaslı karmaşa...

Nice mutlu yıllara kardeşim...