5 Haziran 2009 Cuma

O Geceyi Hatırlıyor Musun İsmail?

Yıl 2007, yaz gelmiş, can dostum güzel insan İsmail Pişer'le beraber tatile çıkmaya karar verdik. Yoğun ÖSS temposu, üstüne herkes tatildeyken -yedi günlüğüne de olsa- YDS stresini yaşamanın verdiği zihinsel yorgunluk. Tatile çıkmak farz olmuştu, fakat bir sorun vardı, pardon iki. İlki ikimizin de doğru dürüst tatil yapacak yer bilmemesi, ikincisi ise pek paramız olmaması. Çeşme ikimiz için de kapalı kutuydu, adını çok duymuştuk ama hiç bulunmamıştık orada. Tatilin yan amaçlarından biri de buydu, keşfetmek, yeni ufuklara yelken açmak. Ailelerimizden aldığımız ÖSS primi ve birikimlerimizle 150şer YTL çıkardık. Çınar’daki Pamukkale yazıhanesine gidip iki Çeşme bileti istedik. Çeşme’ye doğrudan araba yokmuş, İzmir’e aldık. Her zamanki gibi adım yanlış yazıldı “Bengüsü Türker”. Ben alışık olduğum için takmadım ama İsmail biletinin üstünde “İsmail Pisak” yazdığını görünce hafiften dellendi. “Pişer nasıl Pisak anlanır abi, Pisak ne lan” diye söylendi durdu. İki gün sonrasının sabahınaydı otobüs.

İki gün sonra sabah yedide Çaybaşı Camii’nin orada buluşup garaja doğru salına salına yürüdük. Daha Denizli sınırlarından çıkmadan tatil havasına girmiştik. İsmail’in beklentileri vardı, kızsal bazda, ben ise son iki yıldır sınıfta yoğun kız dırdırına maruz kaldığımdan hiç uğraşacak havada değildim. Otobüsümüze bindik, başladı serüven. Muhabbet dostlar başına, üç saat üç dakika gibi geçti, İzmir Terminali’ne vardık. Denizli’deki gardan sonra İzmir Terminali modern sanat harikası gibi duruyor. Zaten birisi dandik bir gar diğeri ise Terminal, kalite farkı var. Yarım saatimizi bu güzel yapıyı ve İzmir kızlarını inceleyerek geçirdik. Tek otobüs kalmıştı, bekle bizi Çeşme!

Minibüslerin bulunduğu bölüme geçtik. Sadece adı minibüs, bildiğiniz otobüs aslında hepsi. İlçeler arası yol gittiği için minibüs diyorlar. Yaklaşık 200 metrelik bir alandı ve otobüslerin her biri yüzü bize dönük şekilde sıralanmıştı. Üzerinde bok yeşili ve inanılmaz dandik bir yazı tipiyle TİRE yazan dikkatimi çekti, İsmail’e “Böyle sikindirik ilçe ismi mi olur” diyerek duygularımı paylaştım. Perona şöyle bir bakınca her iki otobüsten birinin Tire’ye gittiğini gördük. Az önce alay ettiğimiz Tire bir medeniyet yuvası olmalıydı bu kadar sefer yapıldığına göre. Bir tane bile Çeşme göremedik sürüyle otobüsün arasında. Yan tarafımızda tiplerinden ve vücut dillerini sürekli direksiyon çeviriyormuş gibi kullanmalarından otobüs şoförü oldukları sonucuna vardığım amcalar grubuna Çeşme arabalarının nereden kalktığını sordum. Hepsi “Ne Çeşme mi, bir dakika düşüneyim” tarzı tepkiler verdiler, kendi aralarında fikir alışverişinde bulundular fakat kesin birşey diyemedi hiçbiri. Ya bu işte bir yanlış vardı ya da birisi bizimle fena taşşak geçiyordu. Çeşme lan bu, Türkiye’nin en ünlü tatil beldelerinden biri, Tire ne amına koyayım. Tire o güne kadar benim için bir noktalama işaretinden fazlasını ifade etmiyordu. Baktık amcalardan hayır gelmeyecek bütün peronu incelemeye karar verdik. Çeşme otobüsü ta en sondaydı ve kalkmak üzereydi, boştaki son iki koltuğa oturduk.

Önümüzdeki 2 -yazıyla iki- adet dayı vardı, biri hiç konuşmuyor, diğeri ise telefon görüşmesi yapıyordu. İşin ilginç tarafı adamın dediğinden hiçbir şey anlamıyorduk, 20 dakika geçmiş ve sadece üç anlamlı kelime öbeği kullanmıştı: “Burası Eskişehir değil”, “Eski dükkandaki mallar” ve “Roberto Carlos”. Bunların haricinde tamamı manasız kuruntulardı. Adam ne zaman ağzını açsa İsmail’le ben kopuyorduk, telefon konuşması da bitmek bilmiyordu. Dayının acayip sesler çıkarmaya devam etmesi üzerine gülmekten çenem ağrıdı. Bir kahkaha daha atarsam çenem düşebilirdi. Çenemi sağlama almak için kulaklıklarımı taktım ve sesi sonuna dayadım.

Yolculuk bitip, otobüsten inerken dayı bize pis pis baktı, bir an için onu takip etmek istedim. Macerandan maceraya atılabilrdik o dayıyla birlikte, İsmail’e dedim ki bu adam bir işaret, onun gittiği yere gidersek hayatımızın tatilini yaşayabiliriz. İsmail ortamlara akmak istediği ve dayının bize tekme tokat dalacağından tırstığı için teklifimi kabul etmedi. Yol yordam bilmeden Çeşme sokaklarına attık kendimizi. Bir sahil bulup yakınındaki en uygun fiyatlı pansiyona yerleşmekti hedefimiz fakat bir türlü sıcak denizlere inemiyorduk. Su bulsak bile sahili yoktu, betondan denize atlamak istesem Kadıköy’deki Beşiktaş İskelesi’ne giderdim. Çeşitli kitap ve dergilerle doldurduğum “Ağır Yük” sınıfına giren çantam sırtımda fellik fellik sahil arıyorduk. Bir saat boyunca dolandık ama nafile, Çeşme’de sahil yoktu anasını satayım. İstihbarat edinmek için şehrin iç kısımlarına yöneldik. Lokantadır, hediyelik eşya dükkanıdır böyle yerlere güvenmiyorduk, adamların gözlerinden belliydi müşteriyi ayakta sikmek istedikleri. Bir çiçekçi bulduk, kocaman bir bahçe, arka tarafta ufacık ve eski bir ofis. Belli ki aile mesleği ,uzun zamandır buradalar. Yaşlı bir çift vardı ofisin içinde, selam verdim ve derdimizi anlattım. “Biz tatil yapmak isteyen iki öğrenciyiz. Çeşme’ye ilk defa geldik, bize uygun bir yer önerebilir misiniz”. Paşalimanı* dediler, orada halka açık sahil varmış. Garajdan otobüs kalkıyormuş ama bir kez daha otobüse binmek istemiyordum, götüm uyuşmuştu oturmaktan. İsmail’e genç adamız yürürüz gazını verip Paşalimanı’na yöneldik. İki saate yakın yürüdük, güneşten beynimiz amcıklanma noktasına geldi. Sırt çantam yüzünden omuriliğim kan ağlıyordu. Sonunda ulaştık Paşalimanı’na, ufak ve tıklım tıklım dolu bir halk plajından ibaretti. Park edilmiş Renault Toroslar ve plajda gezen kıllı-göbekli amcalardan anladığımız kadarıyla burası bize göre bir yer değildi, gereğinden fazla halka açıktı. Tamam kızlarla pek muhattap olmak istemiyordum ama göz zevki diye birşey var. Gittiğimiz o yolu söylene söylene geri döndük. Çeşme’den bize yar olmayacağını anladık, akıl danışmak için güvenimizi kazanmış çiçekçiye yöneldik. Çiçekçiye ulaştığımızda yaşlı çiftin oğlu da oradaydı, Bilgin abi. “Ben doğma büyüme Çeşmeli olmama rağmen tatil için Marmaris’e gidiyorum” dedi “Eğer cebinde para, altında araba yoksa Çeşme sıfır”. Adam o kadar içten konuştu ki bizim yaşadıklarımızın aynısının başından geçtiğini düşündüm. Pahalı otellere giremezsen Çeşme’nin çocukken aile zoruyla götürülen Emekliler Sitesi’nden farkı yoktu. Sanki bizi takip etmiş de ona göre yorum yapıyordu. “Siz en iyisi Marmaris’e gidin, durun arabamla sizi garaja bırakayım”. Bilgin abi gerçekten çok kral bir adamdı, Marmaris yeni rotamız, Bilgin abi diyorsa vardır bir bildiği.

Garajda otobüs beklerken kuzen aradı. Tatilimizin nasıl geçtiğini, düzgün bir yer bulup bulamadığımızı sordu. “Çeşme kadar kolpa bir yer görmedim lan ben, iğrenç olm, bir daha geleni siksinler” dedim, farkında olmadan sesimi yükseltmiş olacağım ki duraktaki herkes korkak adımlarla uzaklaştı benden. Çeşme yerli turiste söylenmiş en büyük yalandır sevgili okurlar, gitmeyin, sevdiklerinizi göndermeyin. Terminale geçtik, oradan Marmaris biletimizi aldık. Marmaris otobüsünde hayatımda gördüğüm en orijinal muavinle karşılaştım, adam hiç konuşmuyordu. Tipi de bir dönem Galatasaray formasını giymiş Sırp futbolcu Sasa İliç’i andırıyordu. İkramları dağıtırken ne istediğimiz sormuyor, sadece kaşlarını hareket ettiriyordu. Yol boyunca ağzını açtığını görmedim ta ki Rus yolculardan birinin cep telefonu çalana kadar. Muavin, Rus’un yanına gidip “Bir daha öterse alırım telefonunu”diye azarladı, kurduğu tek cümle dilimizi bilmeyen birisineydi. Muavin de kral adam çıktı, artakalan ikramları en arkada oturan bize verdi. “Eyvallah abi” dedim, kaşlarını “Birşey değil” babında kaldırdı.

Gece yarısı Marmaris’e vardık. Neredeyse zifiri karanlıktı, sadece büfenin kısık ışığı bir nebze de olsa aydınlatıyordu etrafı. Memleketin batısında olmamıza rağmen bütün yazlık mekanlardaki gibi çalışanların tamamı doğuluydu. Büfeye yaklaşıp yakınlarda geceyi geçirebileceğimiz bir yer var mı diye sordum. Büfeci bize cevap vermeden telefonunu çıkardı, sinsi bir ses tonuyla “Abi müşteri var” dedi. İsmail’le ben tırstık, adam doğulu olduğundan değil, telefonda adeta bir pezevenk edasıyla konuştuğu için. O an, o ortamda, o cümleyi, o şekilde Tatlıcı Tombak bile söylese tırsardım. “Bir dakika bekleyin gençler” dedi ve telefonla uzaklaştı, İsmail titriyordu. “Sakin ol, erkek adamız, napacaklar bize” diyerek rahatlatmaya çalışsam da İsmail'in ciğerini bilirim, kesin kafasından biz orada kalırken polis baskın yapar da bizi içeri alırsa diye korkuyordu. Belki de baskını yapan polisler mekanın genel kullanım amacından yola çıkarak ikimizi homoseksüel sanıp sakallı ve iri yarı olan beni aktif, İsmail’i ise pasif zannedecekler diye düşünüyor olabilirdi. İsmail "Abi tabanları yağlıyalım" der gibi bakıyordu ama kaçamazdık, bir gece geçirmek zorundayık büfecinin yönlendireceği yerde. Yeniden yanımıza geldi “Kusura bakmayın, yer yokmuş” demesiyle çok sevindirik olduk ama büfeciye belli etmedik. Garajdan biraz ilerleyince yazlık evleri gördük ama mal gibi gecenin bir yarısı dolaşmak istemedik çünkü bilmediğimiz bir yerdeydik ve sinir bozucu derecede tenhaydı sokaklar. Yakında otel tarzı mekanı bırakın Tekel bayi bile yoktu. Benzinlikte bir adam, dolmuşunun deposunu dolduruyordu. Başka çaremiz yok, ona sorduk. Bildiği bir otel varmış, bizi dolmuşuyla oraya götürdü.

İçeri girdik, iki yıldızlı bir oteldi, yıldızsız olsa bile sikimde değildi, zira sabah olunca düzgün bir mekan bulmak için sahile inecektik. Resepsiyonda 15-16 yaşlarında bir çocuk vardı, oda istediğimizi söyledim. “Üst katlar rutubetli, alt kattan vereyim abi” dedi, olayın mantığını çözemedim. “Üstelik alt kattakiler apart-oda, daha rahat edersiniz”. Bana ne kardeşim aparttan, gecenin birinde yemek yapacak halim yok ya, uyuduktan sonra yelken açacağım denize, kuma, güneşe. Ama çocuğa laf dinletemedik, illa da tutturdu alt kattan vereyim diye. Üst katta sanki rutubet değil de domuz gribi varmış gibi davranıyor, ısrarla alt kattan oda tutmamız gerektiğini söylüyordu. Yalan söylediği çok belliydi, üst katta rutubet varken alt katta serin bir yaz esintisi mi olacaktı sanki? Hayır, arada da hatrı sayılır bir fiyat farkı var. Dedim ki biz sadece gece kalacağız, apartlık işimiz yok. Yok arkadaş, rutubet diyor başka birşey demiyor çocuk. Tam “Ne rutubeti lan yarrak kafalı” diye medeni bir çıkış yapacakken birşey dikkatimi çekti. Kayıt işlemleri için bırakılmış nüfus cüzdanları bir mavi bir pembe olarak sıralanıyordu. Sanırım lobinin etrafında dolanan üstsüz adamların da sebebi buydu, sesimi çıkarmadan apart-odayı kabul ettim.

Ne yalan söyleyeyim, güzel odaydı. Mutfakla birleşik salonu, tuvaleti ve ayrı bir yatak odası vardı. Çok pis tuvaletim gelmişti. Tek isteğim kendimi klozetin merhametli kollarına bırakmaktı. Pantolunumu indirdim, ellerim boxerımdayken İsmail tuvalete daldı, omuzlarımdan tutup orta şiddetle sallayarak “Burada tuvaletini yapma abi, hastalık bulaşır, dikkat et” şeklinde uyardı. Tek başıma olsam hiç aklıma gelmeyecek bir tedbirdi, İsmail’in tavsiyesine uyarak götümü klozete değdirmeden sıçtım ve yatak odasına yöneldim. Yine İsmail geldi “Abi burada yatılmaz, temiz midir değil midir bilemeyiz. Binbir türlü hastalığı var”. İsmail, Word belgesinde birşey yazarken ikide bir çıkan denyo ataç gibi sinirimi bozuyordu. “İyi len iyi” dedim ve yastığın birini kapıp salona geçtim. Salonda iki adet çek-yat, bir televizyon vardı. Televizyonu açtık, Okan Bayülgen’in programı dönüyordu. 10 dakika izledik bozuk olan yayını karıncalar tamamen ele geçirene kadar. Zaten geç olmuş yatalım dedik. Ayakta olan İsmail’den ışığı kapatmasını istedim. Sağ serçe parmağıyla ürkek bir ceylan gibi düğmeye dokunmaya çalışıyor ama çok hafif bastırdığı için anahtar kapanmıyordu. Hayatımda ilk defa elektrik düğmesinden iğrenen bir adam gördüm. “Korkma olm oraya da attırmamışlardır amına koyayım” demem üzerine bozularak kapattı ışığı. Akabinde bana fırça atmaya başladı: “Kim bilir millet neler yapıyor burada, sen hala işin dalgasındasın. Sabah ezanıyla kalkıp gidelim abi buradan, kapıyı kilitledin mi? Cüzdanını yastığın altına koy. Elimi yıkamam lazım ama buradaki sabun pistir, acaba yakında açık sabun satan bir yer var mıdır? Üst katta neler oluyordur şimdi, polis molis gelmez inşallah. Ya bizi nezarete götürürlerse...”. Kendisine nazik bir dille karı gibi adam olduğunu belirtip uyumasını rica ettim. Normal şartlarda bile kolayına uyuyamam, bir yandan resepsiyondaki çocuğun bahsettiği “rutubet”, diğer yandan ise odada yankılanan hışırtılar, evet hışırtı. Fare olabilirdi, radyoaktif fare tarafından ısırılıp mutasyon geçirmiş bir insan da. Zaten sakıncalı mekandayız, hafiften yusufluyorum, iyice kıllandım. Ne yazık ki yanımda beyzbol sopası yoktu, çantamdan içi boş su şişemi çıkardım, siper alıp açtım ışığı. İsmail’den geliyormuş, yastığının üzerine gazete koymuş, AIDS’den korunuyor aklınca. İsmail’le bir güzel taşşak geçip ışığı kapadım.

Günün ilk ışıkları horoz etkisi yapıp uyandırdı ikimizi. Sahile indik tam bize göre, denize yakın, fiyatı uygun ve fuhuş yapılmayan bir pansiyona yerleştik. Marmaris 10 numara mekan, hem ucuz hem güzel –ki deneyimlerime dayaranak söylüyorum bu iki sıfat aynı ismi çok nadir niteler-. 4 gün kaldık, gezdik, tozduk ve eğlendik. İlk gece kaldığımız otelde ikimize zührevi bir hastalık bulaşmadı. Kız bulamadık, İsmail biraz hayal kırıklığına uğradı ama benim bir beklentim yoktu zaten. Güzel tatildi, iyi geldi bünyeye. Daha çok anlatılası anım var o tatile dair, ama eminim İsmail'le keranede geçirdiği geceyi hayatım boyunca unutmayacağım.





*Çiçekçideki yaşlı çift bizi nereye yönlendirdi net olarak hatırlamıyorum. Google’den Çeşme diye arama yaptım, gözüme ilk ilişen belde ismi Paşalimanı idi onu koydum yazıya. Birisi çıkıp “Baba naptın ya Paşalimanı çok güzel mekandır” derse boynum kıldan incedir. Kim bilir belki gerçekten de Paşalimanı’na gittik ve götüm gibi bir yerdi. Yine de bütün Paşalimanı sakinlerinden özür dilerim. Tire’den dilemem, boşuna özür mözür beklemeyin, osuruktan nem kapıyorsunuz.

4 yorum:

sıfatsız dedi ki...

hatırlıyorum koçum o geceyi nası unutabilirim :D gittiğimiz yer paşalimanı değildi yalnız dalyan'dı hatırladığım kadarıyla :d ayrıca burdan tire halkını kınıyoruz bir kez daha...

kardşm yaşadığımız tatili edebiyatına dökerek ölümsüzleştirmen beni çok mutlu etti,inş bu yaz da senle bi aktivite yapacaz, en kötü ihtimal ben gelcem istanbula...yorumumu tamamlamadan evvel bişi daha eklemek istiyorum,

bundan önceki yazında bana çok tanıdık geldi nedense aq :P

kal salıcakla...

S dedi ki...

zaten tatil hasreti ceken bir bunyeyim. yazi resmen kotu geldi bana..

Onur dedi ki...

olm Türker.

jack dedi ki...

çeşmede bi sik yok zaten paran yoksa. ancak dolmuslarla gidebilecegin güzel beach clubler var. o kadar.

bende bugun marmaristen geldim zaten. aman allahım o ne yoldu oyle.