16 Mart 2009 Pazartesi

Şu Bina Var Ya...

Eve dönüş yolundayım, son vasıta Üsküdar’dan bineceğim otobüs. 15M sırasına girdim, önümdeki kalabalığı şöyle göz ucuyla saydım. Tam olarak sayısal değerini bilmesem de birkaç kişilik boş koltuk kalabilir bindiğimde diye düşündüm. Otobüsün kapısı açıldı, insanlar tek tek içeri girmeye başladı. Sıra bana geldiğinde ise bütün koltuklar dolmuştu, ayaktaki tek kişi bendim ama arkamda azımsanmayacak sayıda yolcu bekliyordu. Kısmet değilmiş diye kendimi en arkaya attım. Belediye otobüsü gerçeğinden haberdar olmayan okurlarım için bir tavsiye, eğer İstanbul'da herhangi bir toplu taşıma aracına binerseniz mümkün olduğu kadar geriye gidin. Çünkü taşıt yolcu aldıkça hiç kesilmeyen bir “Arka tarafa ilerleyelim” sirkülasyonu başlar ve bu Kavimler Göçü’nden nasibinizi alırsınız.

Sırtımı arka cama dayayıp etrafı gözlemlemeye başladım. Bindiğim otobüsün istikameti Üsküdar – Yeni Cami, yer isimlerinden tahmin edebileceğiniz üzere sadece teyzeler ve önümüzdeki 20 yılın teyze adayı kızlar bulunuyor. Herhangi bir objeye odaklanmadan etrafımdakilere bakıyordum belki ilginç bir badireye tanıklık ederim, komik bir olay olur diye; kısacası yazacak ya da anlatacak materyal peşindeydim. Telefonda yüksek sesle konuşanlar ya da habire tespihini düşürenler sıradan hale gelmişti, farklı bir manzara arıyordum. Duraktaki yolcular bitmiş, otobüsün kalkmasına saniyeler kalmıştı ama standart Kavacık insanları mevcuttu sadece. “Ne biçim kültür şehri lan bu” diye içimden geçirirken onları gördüm.

Üç tane dayı denilmeyecek kadar genç ama delikanlı denilmeyecek kadar yaşlı erkek birbirlerine el kol hareketi yapıyorlardı. İçlerinden şişman olanı heyecan içinde birşeyler anlatmaya çalışıyor, diğerleri ise pek de takmayan bir tavır takınıyorlardı. Şişman, arkadaşlarının kolundan çekiyor, dışarıya doğru parmağını uzatıp bir şey gösteriyordu. Diğer adamların bu umursamaz tavrına kıl oldum, o şişman adamın içinde kim bilir ne fırtınalar kopuyordu ama arkadaş dedikleri ise onun hayallerini, arzularını, heyacanını hiçe sayıyordu. Bu hadiseyi izlerken insanoğlunun ne kadar puşt bir canlı olduğunu, ucuz LCD televizyon için birbirlerini ezerken dostunun haykırışları karşısında nötr kalmasını, sırf LCD’lerden daha kalınız diye lafımızın dinlenmediğini, adam yerine konmadığımızı düşündüm. Adamın yanına gidip derdini dinlemek, daha sonra kendisini kötü hissetmesin diye kendi çektiğim çileleri esprili bir dille anlatmak istedim. Kulaklıklarımı çıkartıp yanlarına yaklaştığımda ise hiç konuşmadıklarını, bunun yerine birbirlerine çeşitli işaretler yapıp öyle iletişim kurduklarını anladım, dilsizlerdi.

Şişman adamın muhabbet döndürme çabalarının başarısızlıkla sonuçlanması, diğer ikisi kendi arasında iletişim kurarken şişmanın konuyu değiştirip kendisi de araya katabilmek için sürekli biryere parmağını uzatıp bakmalarını istemesi, otobüste herkes kendi halinde takılırken bu üçünün sürekli birşeyler yapması vs. Onların elinde cep telefonları yoktu, hatta önlerindeki insana bile dertlerini anlatma şansları çok düşüktü ama buna rağmen hayat doluydular. Ampute futbol müsabakası izler gibi etkilenmiştim, takdire şayan cesaretleri, klişeleri reddeten hareketleri, çıkmamasına rağmen kulağımı okşayan sesleri beni benden almıştı.

Yolu yarılarken muhabbet iyice koyulaşmış, kollar yorgunluktan titremeye, el hareketleri ise bozulmaya başlamıştı. Önlerindeki hayattan bezmiş, bitse de gitsek havasındaki dayı arkasına “Bi susun lan” der gibi baktı. Dayıyı oracıkta dövesim geldi, ama kıraathane müşterisi olabileceği bu yüzden yüzlerce insanın okey masasından kalkıp ıstakalarla kafamı yarma ihtimalini aklımdan geçirip “Kayıtsız kalmak en büyük saygısızlıktır aslında” dedim ve bu hoş anıyı kötü bir sonla bitirmemeye karar verdim.

Eve ulaşmama birkaç durak kalmışken şişman adam “Şu bina var ya” dercesine Aras Holding’in büyük binasını gösterdi ve sanırım arkadaşları “Götüne girsin” anlamına gelen bir hareket yaptılar ki yıkıldı adamcağız. Arkadaşları ise koptu, şişman adam her arkadaş grubunda olması gereken “taşşakoğlanı” idi. İki durak sonra istemeyerek de olsa bu gönül otobüsünden inip evime gittim.

Aynı günün akşamı Oğuz ile Taksim’e çıkacaktık, saat beş sularında bütün buluşmaların başlangıç noktası olan Taksim metro çıkışına ulaştım. Mesaj attı “Abi trafiğe takıldım biraz geç geleceğim” diye, ben de sağlık olsun mahiyetinde birşey yazdım. Tam da okul çıkışı vaktine denk geldiği için etraf liseli genç kaynıyordu. Oldum olası lise kıyafetinden tiksinmişimdir, okuldan çıkınca ilk iş eve gider, üstümü değiştirir akabinde halletmem gereken birşey varsa oraya giderdim. Zaten kendiliğinden itici olan kıyafet bir de millet gömleği dışarı çıkarınca, kravatı tasma gibi takınca iyice iğrenç bir hal alıyor, ama gençlerimiz bu konuda benimle fikir ayrılığına düşüyor olsa gerek hepsi okul kıyafetiyle az önce belirttiğim durumda geziyordu. Oğuz’un “biraz geç”ten kastı 1 saat 20 dakika olduğu için hapis kalmıştım metro çıkışında. Etrafımda bekleyen herkes sevgilileri ya da arkadaşlarıyla buluşuyor, ben ise “Yan masa benden sonra sipariş verdi ama onun yemeğini önce getirdiniz” hassasiyetiyle Oğuz’a ve İstanbul trafiğine küfürler saydırıyordum. Belirli bir süre daha geçtikten sonra yanımda bıyıklı, belli ki “Liselim MODU”na girmiş amcalar belirdi, şahin bakışlarıyla körpe kızlarımızı kesmeye başladı. “Bu ne iğrenç bir manzaradır, sırf ibret olsun diye Cengiz Kurtoğlu’nu öldürmek gerekiyor” diye içimden geçirirken o karede benim de olduğumun farkına vardım. O dayılara bakıp da iğrenen herkes yanlarında bulunan beni suç ortağı sanacak, aynı gözle bakacaktı. Kendimi uzaklaştırmaya çalıştım fakat dergi satanlar dört bir yanımı köpekbalıkları gibi sarmıştı. O insanlıktan çıkmış amcalar beni dakikalardır dergicilerden koruyordu, ama bunun bedeli de imajımın derinden sarsılmasıydı. Tam balon balığı gibi şişip etrafımdaki zehirleyecekken Oğuz gelip kurtardı beni bu korku dolu ortamdan.

Birşeyler atıştırdıktan sonra reklam olmaması amacıyla ismini belirtmeyeceğim bir bara gittik. Sanırım barlar için bir yasa var “İnsanların kendi aralarında sağlıklı iletişim kurmasını engelleyecek seviyede müzik çalınmalıdır” diye, Oğuz ile iki çift laf edemedim. Sohbet dönmeyince insanların neden barlara geldiğini, para vererek bu işkenceyi çektiğini düşündüm. Etrafa biraz baktıktan sonra sağlam bir çözümleme getirdim bu soruna. Bara gelen insanlar zaten konuşmak istemiyor ki, alkolle yapacakları şeylerin bahanesini hazırlayıp, kelimelerin bittiği yere gidiyorlar. Birisi çıkıp “Hoop bilader halka açık bir yer burası, ayıp bu yaptığın” dese müzikten dolayı sesini duyuramayacak, hadi birkaç ses telini kopartıp birşeyler söyleyebildi diyelim” Ya pardon baba ya biraz fazla kaçırmışız” diye savunmaya geçecek gençlerimiz. Herkesin yediği bok kendine sevgili okurlar, gidip de elaleme hop, yavaş, alo diyecek halim yok ama Oğuz ile kelimelerin bittiği yere gitmemi beklemesin kimse benden.

İyice sıkılmaya başladık, ben de şansımı deneyip Oğuz’u beklerken yaşadığım ızdırabı anlatayım, gülelim, eğlenelim istedim. “Abi seni beklerken” dedim, Oğuz sağ işaret parmağıyla kulağını gösterip ağzını hareket ettirdi. Acaba birşey söyledi mi yoksa sadece dudaklarını mı oynattı çözemedim ama verdiği mesajı aldım. Bu bir savaştı, hoparlörler kaç Watt olursa olsun onlardan yüksek çıkartacaktım sesimi! “Metro girişinin orada” dedim, o sırada içkisini diktiği için dudaklarımı okuma şansı da olmadı. Sinirlerim gerildi iyice, derin bir nefes alıp “Seni beklerken sübyancılarla takıldım” diye bağırdım. Tam cümlenin yarısında şarkı bitti ve “Sübyancılarla takıldım” çığlığı ile yankılandı bütün bar. Bunun üzerine tek kelime bile etmeden hesabı ödeyip mekandan ayrıldık.

İstiklal’e çıktığımızda ise ses tellerimi fazla zorladığım için konuşamıyordum. Ağzımdan çıkan her hece adeta bir hançer gibi boğazıma saplanıyor, az önceki hareketimin açıklamasını yapmak istiyor ama bedenim bana ihanet ediyordu. Konuşamamam derin düşüncelere dalmama sebebiyet verdi. Konuşmuyorduk, hayır o an Oğuz ile konuşmadığımdan bahsetmiyorum çok daha geniş bir açıdan bakın. Sanki marifetmiş gibi herkes "ağır adam"ı oynuyor, yaptığımız espriler, açmaya çalıştığımız konular hep karşılıksız kalıyor, eğlenmek için bile birbirimizi duymamayı, alkole güvenip onun yapacağı kafayla günümüzü gün etmeyi umuyoruz. Otobüste gördüğüm adamlar dilsiz olmalarına rağmen geyiğin kralını çevirirken biz "Aman arkamdan cıvık demesinler, sessiz ama derin bir imaj çizeyim, ben pencereden dışarı bakarken insanlar birşeyler düşündüğümü, hayatı sorguladığımı, artık herşeyi aştığımı ondan hiç ağzımı açmaya tenezzül etmediğimi sansın" diye kelimeleri terkediyoruz. O an hayatın tadını çıkarmaya, güzellikleri arkadaşlarımla paylaşmaya, gülebilmek için güldürmeye, mutlu olabilmek için mutlu etmeye karar verdim. Tam da o sırada Rüya Sineması’nın önünden geçiyorduk, espri olsun diye parmağımla gösterdim, ardından “Götüne girsin” hareketi yaptım. Sessizce gülerken iki kızın bana pis pis baktığını farkettim. Oğuz “Abi bu Hazal bu da Zeynep” dedi, hem ses tellerim hem de karizmam çizildiğinden hafif bir kafa hareketiyle selam verebildim sadece.

5 yorum:

S dedi ki...

en cok merak ettigim sey, gotune girsin isaretinin neye benzedigi oldu. gozumde canlandirmaya calissam da, pek basarili olamadim dogrusu.

Adsız dedi ki...

"...okuldan çıkınca ilk iş eve gider, üstümü değiştirir..."

YALAN!
okul üniformasıyla uyuyan adamdın.

Onur dedi ki...

"...okuldan çıkınca ilk iş eve gider, üstümü değiştirir..."

YALAN!
okul üniformasıyla uyuyan adamdın.

-hayır adsız benim-

Farewell Traveller dedi ki...

Ben yüce, ulu Oğuz Arı.
İsmimin bu kadar çok kullanılmasından duyduğum rahatsızlığın yanısıra bunu size hiç yakıştıramadım. Bu yaptığınız Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına da aykırıdır.(T.C. Anayasa'sı (Md.25,26) şahıs kullanımına özgürlük tanınsa da "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.)
Ek olarak bu yaptığınız RTE'nin Cem Uzan'dan intikam alma yöntemine benzemektedir.
bkz: Star Tv Tayyibe karşıydı.
But Then Tayyib herşeyine el koydu Uzan'ın.
Ek Örnek 2: 5 kız getircem demememe rağmen kafasına göre anlayan şahıs and then her yazıda bir aşağılama bir rezalet. Bağımsız Türk Yargısına havalesin.

Bird is the word.
+REP

josemarcelosalas dedi ki...

Liseli kızları kesmek kadar iğrenti bir tablo daha var mıdır acaba..